11 Mayıs 2016 Çarşamba

GÖNÜL DİLİNİ HİSSETMEK


                                                 GÖNÜL DİLİNİ HİSSETMEK

      Gönül,bir anahtarsa o anahtarla açılan ışıktan dünyanın adı hissetmektir. Evrenin en güzeli gözler,mimiklerimiz sadece onu gölgesi ve esiridir. Mahiyetinde olan insanlar ne güzeldir ki..
Ona göre yaşarlar. Dingindirler her ne olursa olsun karşınızda  sakin cevap verirler. İç ihlaslarını avlamaya çalışırlar.Bu bildikleri yolda yürümeye karar verdiklerinde önlerine bin türlü olumsuzluk çıksa da,gönül ibrelerinin gösterdiği istikametten vazgeçmediklerin de olur. Kendi özümüzden habersiz iç ruhunu hissetmeden büyütülüyor,büyüyoruz.Oysa en çok ona ihtiyacımız var. Bizim gönlümüz başıboş yaşayamaz.Her şeyin olduğu  gibi onun da ihtiyacı vardır. İhtiyaç deyince yüreğinize sevmek geldi dediğini duyuyor gibiyim.Evet sevmek gönlümün en muhteşem lügatı,hali,manası..
İzin vermediğin gibi en  güzelleride sendedir.Eğer bunu yaşarsak işte o zaman anlayacağız,hissedeceğiz. Fani olandan Baki olanı hem bir tutmayı hem ayırmayı,gönül dilimizle konuşmayı öyle az buçuk değil,dibine kadar yaşamayı, Şimdi yazmaktan başka bir şey gelmiyor elimden demeyeceğim.Ondan önce hissetmek geliyor. His çünkü bize kucaklamayı sunuyor biz ise dayağı seçiyoruz ve bunu sıkıntı her an patlamaya hazır bomba gibi dışarıya çıkıp ateşler içinde bağıracakken bile yapıyoruz. Halbuki boğazı düğüm düğüm yapıyor kalbimizin yeri nasıl da daralıyor sığamıyor.Aradaki ince ayrıntıyı anlamayan bizler sürünüyoruz ve sadece Rahmansızlıktan sürünüyoruz. 
    İşte bütün hislerimizin muhteşem bir konuma geldiğini hissedelim o vakittir ki fiziki bedenin içindeki ikimi bir kıvılcım olduğunu hatırlayacağız.Kalbimizi, gönlümüzü, hissiyatımızı hatırlayarak biz olacağız... 

                                                                                           RUKİYE  KARAGÖZ

10 Mayıs 2016 Salı

ZAMAN GEÇER DE ANILAR GEÇMEZ


                                             ZAMAN GEÇER DE ANILAR GEÇMEZ

      Yaşayamadıklarımız için hep pişmanlık duyuyoruz. Önce bir yaşadığımız için mutluluk duymamız gerekirken yaşanmışlıkların acısını çekiyoruz.Oysa ki yaşanmışlıklar insanları olgunlaştıran şeylerken,yaşanmışlıklar sayesinde yaptığınız yanlışı bir daha yapmamanızı gerektiğini görürsünüz. Bir insana bir daha güvenmemen gerektiğini anlarsan bütün insanlara güvenini yitirirsin.Bir kere sevdiğinde acı çekersin ve kimi seversen acı çekecekmiş gibi gelir artık sana. Bir insanların hatalarıyla olgunlaştığını düşünmüyorum. Olgunlaşmak bir eylemdir,fiildir. Hiç bir fiilde öznesi olmadan gerçekleşmez.
Yaşadığımız hayat bize hep bir ders verme amacı içinde sanki bir önceki güne şükretmemiz gerektiğini söylüyor. Bizi her geçen gün şaşırtıyor. Yapmaz dediğimiz kim varsa en güvendiğiniz insan yapıyor.O sizi güveninizi kırdığında artık herkese yabancılaşıyorsunuz. Zaten ''dürüstlük pahalı bir mülktür.'' Ucuz ruhlu insanlarda aramak hata olur. Artık afrikalaştı kalbim,güvenin afrikası oldu.
     Güvenmeye aç.Kalbimi birinin kalbine yasladığımda gözümü kapatabilmeye aç.Şimdilerde ne zaman gözümü kapatsam kalbim paramparça.Bir kız kulesine baktığımda duyduğun tek şey hüzünse o sana denizin içinde i yalnızlığı anlatıyorsa güzel olan her şeyi hüznünü yakalıyorsan ihanetin en acısını çekmişsindir belkide. En sevdiğiniz dondurma bile güldürmüyorsayüzünü sizde benim gibisiniz demektir şimdilerde...
Hayat bazen böyledir.Yaşadığın sürece  bir şeyleri gösterir sana birilerine güvenmemeyi insanlara anla yüklememeyi kimse gözünüzde büyütmemen gerektiğini.Hayat ne kadar da anlam doluymuş diyorum.Oysa ki hayata küçükken hiç bu gözle bakmamıştım. Tek yaptığım şey hayatı akışına bırakıp büyümekti.Gidenlerin arkasından bakakalmışız hep bunu görüyorum,hatta gidenlere bakmaktan gelenleri kaçırmışız. Sevdiklerimize zaman ayırmayı onları kaybedince anlar olmuşuz sanırım. Bu yüzdendir ki hep kaybedince öğrenmeyi alıştırmışız bünyemize.Hayatımız hep bir bekleyiş,hep bir terkediliş hep bir kaybediliş olmuş...

9 Mayıs 2016 Pazartesi

UNUTULMAYAN GÖZYAŞLARI


                                              UNUTULMAYAN GÖZYAŞLARI

     Kırk sandalye gıcırdadı altında.Çıkan ses sanki yalnızlığına ortak olan bir dostun sesiydi.Ayağa kalktı,boyasız,soğuk duvarlara baktı yüzü ekşidi.Çatlak ve tahtaları çürümüş pencereye yürüdü. Ayın ve yıldızların terkettiği cansız karanlığa baktı.Dolmuştu kara bulutlar gibi,bedeni büyük bir fırtınayı bekliyordu. Direnemedi daha fazla gözleri doldu.O kadar dalmıştı ki derine karanlığın bile ötesindeydi şimdi.Hıçkırık sesleri bir tek çekyatın ve sandalyenin olduğu odada duvardan duvara çarparak yok oluyordu. Kapana sıkışmıştı sesi gibi hiç çıkış yolu yoktu,sesi gibi kaybolmayı diledi. Ama hala oradaydı ve çaresizdi atlayan camın canını aldı ellerinden kırmızı sıcaklık dökülürken hiç fiziksel acı hissetmedi sadece sıcaklık.
    Derinlerde yeşilliği gördü,gülen insanları ve acıtmayan serin yağmuru gördü.Hırçın denizle düet yaptığı günler geçti gözünün önünden.Oysa bilemedi bunların kıymetini hep yakınmıştı bu hayattan güzellik olarak görmemişti hiç.Şimdi ise hayran olarak gittiği hayatın kollarında boğulmaktaydı. Eli refleks gibi sigara paketine gitti. Kanlı eliyle paketi yokladı herşey gibi herkes gibi sigarası da  terk etmişt onu. Paket dokunduğu son dostuymuş gibi içten sıktı.Sonun bir adım gerisindeydi artık.Gök yüzündeki karanlıktan çekti gözlerini kırık pencereyi açtı.Gözleri şimdi sekiz kat aşağıdaki yoldaydı.Cansız bir sokak lambasını aydınlattığı yol onu çağırıyordu.Kurtuluş bir adım ötedeydi ya da yüz altmış basamak aşağıda...
İrkildi kendine geldi sıyrıldı o andan.Elini tuttuğu küçük kıza dönerek evet bende ağladım kızım,kırık camlar önünde..

8 Mayıs 2016 Pazar

FEDAKARLIK


                                                            FEDAKARLIK

      Fedakarlık,kıymet verdiklerini daha kıymet verdiklerin uğruna karşılık beklemeksizin terk edebilme becerisi. Ve bu beceriyi icra edebilmek için akıl,mantık,irade gibi şeylere ihtiyaç yok.Çünkü yeri geldiğinde bir ceylan yavrusu için canını feda ederken bir aslan da aç kalmaması için tek öğününü evladına feda edebilir. Peki insanı insan yapan,diğer varlıklardan  ayıran ne ola ki diğer varlıklar için sıradan sayılabilecek bu davranış ala-yı ılıyyin merdiveni haline gelebilmekte?İnsanı insan yapan onun vazifesi,kainattaki işlevidir:tanımak ve tanıttırmaktır. Rabbimiz kendisini insana bildirme için onlarca varlığı aracı eder ki insanoğlu elindeki en büyük güç olan ''bilinç''nimetinin hakkını verebilsin.İradesini ne için kullanacağını fark etsin,neyi kime ne için feda edeceğini ayırt etsin.. Kısaca insanı insan yapan Rabbi için,inandığı değerler için, feda edebilme şerefine sahip olması ve bunu bilinçli yapabilmesidir.
     Biz her türlü insani vasfi efendiler efendisinden (sav) öğrendiğimiz  gibi feda edebilme sanatını da yine ondan öğrendik. Hz. Hatice'yle beraber koskoca serveti son kuruşuna kadar Allah yolunda feda etti,biz öğrendik ki; onu tanıtmak için alakayı kalbe değmeyen mal,mülk feda edebilir. Uhud da dişin feda etmesinden öğrendik ki O' nun adı için feda edilir. Hanesinde uyuyacak yatağı  yoktu,yüzündeki sedir izinden gördük ki dünya rahatı feda edilir canlar canına. Baba yurdu Mekke feda edilir.Kabe'ye hasret çekilir senelerce o razı olsun diye. O' nun ashabı,öğretmenlerimiz oldu. Kie neyi neden fede edeceğimizi anlattılar birer birer.
Hz. Ebubekir gibi ana-baba feda edilsin. Hz.Ali gibi ömür feda edilsin de uzanılırken sedire, Hz.Ömer gibi feda edilebilsin ki mal mülk ve para Allah ve Resulü bırakabilsin ardında kalanlara. Yaratılmışların en şereflisi ve her zaman olduğu gibi yaşayarak öğretti bize feda edebilmeyi.İnsanca fedakarlığı da ondan öğrendik her insani vasıf gibi.

7 Mayıs 2016 Cumartesi

SABAHI BEKLEYENLER


                                                     SABAHI BEKLEYENLER

    Çok bekledik sabahı..Sevdiklerimizin yüreğimize bıraktığı o hissiyatdı sanırım bekleyişlerimizin sebebi,Belki beklentilerimizin sebebi Rıza-i İlahi idi. Kim bilir belkide dünyevi bir sevda idi. Üzdüklerimizin ahları mıydı bu uykusuzluklar yoksa tükettiğimiz yılların sitemi mi ? Yoksa gurbet sancısı mıydı bizimkisi? Sevdiklerimizin gittiği yanlış yönler miydi?Hayır hayır biliyorum bu hepsiydi.
Gurbetlik çekenler çok iyi bilirler ki o güneş bir türlü doğmaz. Her şeye rağmen o sancılar bitmez ve öğrenirsin Rabbi'nden başka kimsen olmadığını en iyi o sabahlarda anlarsın. Hayatın koşuşturmacasında göz ardı ettiklerini o vakit anlarsın.Geceler..Düşünmek için çok uzun tebessüm etmek için çok kısa olan o geceler..Neden tüm bu duygular gece gelir ki ? Neden canın en çok geceleri yanar?Çünkü gece sen SENSİNDİR.Gündüzleri bir başkası gibi davrandığın saatler bir bir tükenmiştir. Artık sen ve vicdanın baş başadır.
Kırdıkların,üzüldüklerin,sevapların,günahların,veballerin..Hepsi toplanmış ve senden hesap sormaktadır.
  Allah'ın bize bahşettiği en güzel şeylerden biri sevgi diğeri ise vicdan azabıdır.Denebilir vicdan azabı kötü bir şey nasıl güzel olabilir? O azap ki bir çok bataklıktan bizi çekip alan değil midir?Ne yapıyorum nereye bu gidişat nereye ey aciz dedirten ve bunları diyebilecek en güzel zaman gecedir.Hani şu bir türlü aydınlanmayı bilmeyen gece.
Kırdığımız kadar kırıldık o gecelerde üzüldüğümüz kadar üzüldük ve haliyle yorulduk biz o gecelerde. Lakin şükretmeyi hiç elden bırakmadık.Böyle gecelerde elinizden geleni yapın ve DUA EDİN!!!

5 Mayıs 2016 Perşembe

DÜŞÜNMEK


                                                               DÜŞÜNMEK

     Önceden hayat şartlarının her insan için aynı olduğunu,herkesin çektiği acının aynı olduğunu düşünürdüm.İnsanların farklı olduğunu hiç düşünmezdim.İnsanların dinlediği müzik bile aynı değilken bunu düşünmem çok saçmaymış,yeni farkediyorum. Çocuklukları bile aynı olmayan insanları nasıl aynı kefene koyabilirim ki? Aynı hayatı yaşamasak da aynı geleceği paylaşıyoruz.Aynı gökyüzünü,aynı çevreyi,hatta ve hatta aynı teknolojiyi..Peki bunları neden fark edemiyoruz? Çünkü düşünmeyi,anlamayı,belki de anlatmayı bıraktık. Bu hale gelmemizde çabamız çok büyük.Bunu yapanlara çok yardımcı olduk.Yönlendirilmeyi biz seçtik.,yönetmek yerine.
  İnsanlar artık deney fareleri gibi davranmayı seçti. Neden mi ? Çünkü artık neyin ne olacağını düşünmekten herkes yorgun düştü. Acaba bunu yapsam ne olur? Bunu yaparsam insanlar ne der?  Etik açıdan uygun mu ? vs.. Yahu kendine dönüp de sor ''Ben bunu yapacak insan mıyım? Evet sorgulamamız gereken asıl  mesele bu.Biz nasıl bir insanız ? Nerede yanlış,nerede doğru yapıyoruz? Biz doğruyu yapabiliyor muyuz,Yoksa sadece gösteriş peşinde miyiz? Bu soruları çoğaltabilirim aslında,daha da uzar. Biraz çuvaldızı  kendime batırayım. Kendimi de bu kefeye koyuyorum. Yaptıklarımı benim tercihlerim mi yoksa bende mi yönlendirilmeyi seçtim? İzlediğim dizi ve film sahnelerini bilinçaltımda hala çekmeye devam  mı ediyorum yoksa ?

4 Mayıs 2016 Çarşamba

HER ŞEY YAZILDIĞI KADAR YAŞANIR


                                          HER ŞEY YAZILDIĞI KADAR YAŞANIR

    Anladım ki benden sana dost olmazmış.Anladım ki her şey yazıldığı kadar yaşanırmış.Bazı şeyler söylendiği kadar dinlenirmiş.Biz de sonu hazırlanmış bir sona üzülmüşüz.Halbuki bilmeliydik ki ''her şey yazıldığı kadar yaşanır''ama bilemedik. Sevdaya kaptırdık kendimizi.Boş hayaller,bomboş kilometreler ve yalan yanlış cümleler aldı götürdü bizi bizden.Boşuna ilerlediğimiz milyonlarca kilometrenin yorgunluğu yanımıza kar kaldı bak.
Niye kendimiz yazamadık yaşayacaklarımızı? Niye hayallerimizi kuramadık sapasağlam bir kale gibi? Çünkü sen başka hayatlarda kirletiyordun ömrünü,bense senin kirlenen hayatında...
  Çünkü biz sevginin adını bilmeyen iki insandık.Çünkü biz çıkar için birbirimizi sevdiğimizi sanan koskoca birer yalandık ve sonunda birbirimizin ateşinde yandık. Vedalar gibiydin dostum! Zordun geçilmez sarp bir kayalık gibiydin.Ama bana her zaman bir köprün vardı bunu en iyi ben biliyordum.Köprünün çürüdüğünü bir tülü görememiştin ama sana inanmıştım.Çünkü dost kelimesi benim fıtratımın en güçlü hissi,duygusu ve hayat olgusuydu yani sana inanmak benim alın yazımdı.
Şimdi ise katran karası mesafeler içindeyiz. Zaman yine en iyi bildiği şeyi yapmaya devam ediyor. Çalmaya.Senden sevdiğini  sandıklarını benden ise en yakın dostumu.Her şeyi hatırla dostum  hiç bir şeyi unutma. Ama en çok da kuralımızı unutma ''Her şey yazıldığı kadar yaşanır''.