30 Nisan 2016 Cumartesi

SAKARYA'NIN LEZZETLERİ

SAKARYA'NIN LEZZETLERİ

    Sakarya yöresinde yaşayan halkın yiyecek kültürü; başta bu semtteki yaşam standartları ve ekonomik alanlarla yakından ilgilidir. İklimin ve yörenin coğrafi özelliklerinin etkisiyle yetişen ürünler çeşitlilik göstermekte ve yiyecek kültürü zenginleşmektedir.
    Yöresel Yemeklerimiz :
-Yoğurtlu Adapazarı Islaması
-Adapazarı Islama Köftesi
-Yoğurtlu Adapazarı Islama Köftesi
- Balkabaklı Gözleme (Geyve)
-Adapazarı Böreği
-Adapazarı Usulu Börek İçi
-Adapazarı Usulü Börek Hamuru
-Adapazarı Usulü Kuzu Budu
-Epışıps
-Dartı
-Biryan
-Keşkek
-Ezme Fasulye
-Kara Lahana
-Pazı Tavası
-Abhaz Peyniri
-Uhut
-Abhaz Peyniri
-KabakTatlısı
-Üre
Çizleme/Cızlama
Ben memleketim Karadeniz olup Trabzonlu'yum burada yaşıyoruz ben burada doğup büyüdüm ve Karadenizli olmamızdan olayı Sakarya'ya bağlı Akyazı ilçesinde Karadeniz yöresine ait;Kara lahana yemeği ve sarması,pazı kavurması, mıhlama,yağlaş,mısır ekmeği,lahanılı fırın ekmeği gibi yemekler de çokça yapılmaktadır.
Bu çeşit çeşit güzel lezzetlerin yanı sıra Adapazarı deyince ilk akla gelen yemek Adapazarı Islama köftesidir. Zannımca buraya gelen her insanın tatmadan gitmemesi gereken eşsiz bir lezzettir.

                                                                                                               AHSEN KARPUZ...


28 Nisan 2016 Perşembe

TÜM SÖZLERİN BİTTİĞİ YERDEYİM


                                            TÜM SÖZLERİN BİTTİĞİ YERDEYİM

     Minik bir göçmen kuşun çığlığında yakaladım sabahı.Ne gece ne sabahtı zaman,,Sonsuzluğun gri örtüsünü yırtmak üzereydi güneşin ilk ışıkları. Öylesine bir günü kucaklamak üzereyken aydınlık,evrenin sonsuzluğunda bir nokta gibiydim. Başı   mı pencereye çevirince,göz göze geldik  denizle ve denizin eşsiz mavisi ile.. Henüz uyanmamıştı martılar,gemiler,balıkçı tekneleri,kayıklar..
Her şey ,her yer uykudaydı.
Güneşin ilk ışıkları,karşı tepenin bağına saplandı birer birer. Homurtulu bir motor sesi duyuldu ana yoldan. Sabahın alacakaranlığında yitip gitti birazdan.Ansızın sokak ışıkları söndü.Sessizliğin içinde sessizce otururken buldum kendimi. Bugün yeni bir gündü,yarın bam aşka bir gün olacaktı diye geçirdim içimden. Her yeni doğan günün,yeni bir başlangıç olduğunu,asıl gizlerin yarınlarda gizlendiğini anımsattım,bir kez daha kendime..Gökyüzünün rengi,denizin mavisi,ağaçların yaprakları,kaldırımın soğuk taşları. Aceleci adımlar yürümüyordu sahilde. Güneş sonuda çekmişti perdelerini tüm pencerelerden.Ama ilk ışıklar silememişti camlardaki buğuyu,İçimde ki sıcaklığa rağmen üşüdüm sokağın ayazında.Yüreğimin derinliklerinde bir telin ince  ince ızısını duydum. Ve gezinirken düşüncelerimde,bir şairin dizelerine rastladım.
 ''Şehre inince keyfim kaçıyor, her yerde yüzüme çarpan bir tokat.
  Şimdi,tüm sözlerin bittiği yerdeyim ve düşünüyorum hala..''

                                                                                                     NEZİHE İNCE

HAYAT VE EDEBİYAT


                                                         HAYAT VE EDEBİYAT

      Hayatın en önemli gerçeği samimiliktir. Bu itibarla hayatla bağlantılı olan edebiyat ,samimi bir edebiyattır denilebilir.Hayatı en gizli,en karışık yönleriyle anlatmayan,duygulamızı tıpkı  hayatta olduğu gibi saf  ve derin bir şekilde  duyurmayan,elemlerimizi,felaketler,m,z, açık açık yansıtmayan bir edebiyat,hayat ve ilgisiz ve sahte bir edebiyattır.Öyle bir edebiyat,kelimeleri dizip onları işleyen pek hünerli kuyumcular çıkartabilir. Belki onlar çok süslü ,çok göz alıcı şeyler yapabilirler.Fakat ne yazık ki bütün sahte ürünler muntazam kış bahçelerinde yetişen iri yapraklı,parlak renkli çiçeklere benzer. Uzaklığından görünen o meçhul sıcak iklimlerin  bu göz kamaştırn ürünleri nasıl açık bir havya sert bir rüzgarı inleyen bir çam  ormanının karanlık hışırtıları  ne kadar tabii ise,ruhun güzelik karşısında duyduğu hislerde hayatın en derin anlaşılmaz köşelerinden birden bire  fırlayıp çıktığı için,her şeyden çok samimidir. İşte bunu gibi milletler için de ''güzel'' ve ''iyi'' telakkilrinden daha milli hiç bir şey yoktur. Bir toplumu başkalarından ayırmak isterseniz onun din ahlak hakkındaki ,güzellik hakkındaki  samimi duygularını arayınız. Çünkü bunlar doğrudan doğruya ruhundan koptuğu için hayatının en samimi taraflarıdır.

                                                                                                 MEHMET FUAT KÖPRÜLÜ

   Yazar bu denemesinde kısada olsa edebiyat ve haya arasındaki bağı, edebiyatın hayatımızla,yaşantımızla doğrudan doğruya ilişkili olduğunu çok güzel ve sade yalın bir üslupla dile getirmiş.



27 Nisan 2016 Çarşamba

HAYAT ÜÇ GÜNDÜR


                                                           HAYAT ÜÇ GÜNDÜR

       Bulut bulut bembeyaz bir rüyadır çocukluk. Sonraya sadece hatırlananlar kalır. Kenarı tırtıklı sararmış fotoğraflardır vesikaları.  Ve yakın akraba sohbetlerinde, ben çocukken... diye başlayan motifler..Büyüklerle beraber sahura kalkma heyecanı.. Ama bir türlü iftar gelmez. Karnı acıktıkça zaman kalır,geçmez olur.  Ardından bugün yarım oldu ama yarın tam tutacağı.. diye karar veriş.. Daracık tozlu yollar da hayatın  birinci günü bitiverir. Ben çocuk değilim büyüdüm havaları eser..
Gençlik pespembe.Bütün renkler pembenin tonlarıdır.Bıraktığı iz çocukluğa göre daha çok.Bir dolu heyecan.Vatan kurtarma fasılları.. İnsan çocukken gerçeklerden habersiz,gençken gerçeklerin seyircisi.. Ama ne seyircilik. Hep yüksek perdeden yorumlar. Ben olsaydım..diye başlayan, gerçeği yaşayanları küçük görmek ve tenkid. Dünyayı kurtarmaya kalkışan enerjiden böylesi sapmalar beklenmez mi ? Ya oruç ?  Sokaklarda oruç muhabbeti vardır. Ben 3 senedir tutuyorum veyahut  zaten iftara 2 saat var oyun oynarız geçer..Aslında vakit çoktan geçmiştir bu tartışmalarla ve sevinçli bir koşuşturmaca başlar evlere doğru...Anne ne yemek var ? diye sorulan sorular..
      Ya sonrası...
Sonrası ömrün üçüncü günü..Gençlikten sonrası yani..Olgunluk ve ihtiyarlık diye ayırmaya değmez. En güzel iki gün;çocukluk ve gençlik geçip gitmiş zaten.. Son fasıl ağır.. O gençken hafife alınan gerçek adeta bir tokat gibi vuruyor insanın yüzüne.Belli belirsiz bir kambur çıkıyor.Omuzlar hafif çöküyor. Hani insan elinde olmadan düşünerek konuşuyor. Eee rastgele konuşmaların faturası adam ediyor adamı..Bir zamanlar şimşekler çakan gözlerde alabildiğine derin ifadeler var..İnsan diline takılıveriyor.Sabah sekiz otuz ve akşam altıda otobüs durağının sakinlerinden oluyorsunuz.
        Ve ömür geçiyor..Hafta sonu tatilleri iki ders arasındaki kısa tenefüsler gibi...

MUHİBBİ


                                                                MUHİBBİ

       Asıl adı Süleyman olup,Osmanlı Devletinin onuncu hükümdarıdır.Babası Yavuz Sultan Selim'in yedi çocuğu içinde tek erkek evladıdır. Annesi Hafsa Sultan'dır. Yavuz'un Trabzon valiliği sırasında dünyaya geldi. İlk eğitimini Trabzon da gördükten sonra on beş yaşında önce Karahisar sancak beyi,amcası Ahmed'in itirazı üzerine de Bolu sancak beyi olarak atandı.
1509'da bir aralık Kefe'ye nakledildikten sonra İstanbul'da kaymakamlık vazifesiyle kaldı ve ardından 1513' te Saruhan sancak beyliğine getirildi.Babasının ölümü üzerine 26 yaşında bulunduğu h.17 Şevval 926/ m.30 Eylül 150 tarihinde tahta geçti.                     Belgrad,Rodos,Mohaç,Viyana,Alaman,İran,Nahcivan ve nihayet Zigetvar olmak üzere bizzat on üç sefere kumandanlık etti.
       Seferde ölen 4. Osmanlı padişahıdır. padişah şairin mahlası Muhibbi'dir. Muhibbi,2. Murad'la başlayan şair Osmanlı padişahlarının beşincisidir. Büyük dedesi Fatih,dedesi 2. Bayezid ve babası Yavuz gibi o da şiir sanatıyla yakından ilgilenmiş. Ve Osmanlı edebiyatının çoğu gazel olmak üzere 3000 civarında nazmıyla en hacimli divanlarından birini vermiştir. İlk devirlerinde yazdığı şiirler olması muhtemel bazı gazellerinde görülen aksaklıklara karşılık,eserlerinin önemli bir kısmı son derece ustaca söylenmiş şiirlerden oluşur. Muhibbi'nin devlet meselelerinin ağır yükü ve yorucu seferlerle geçen bir ömür içerisinde,eskilerin sürekli yazıp söyleye anlamında kulladığı pür-gu diye nitelendirdikleri türden bir şair olmasına karşılık,eserlerin de hiç bir zaman bu tipteki sanatkarların düştükleri özensizliğe düşmediği görülmektedir.

26 Nisan 2016 Salı

VASFİ

           
                                                              VASFİ
     Sultan 2. Bayezid devri şairlerindendir. Sehi Bey, onun siroz yani Serez'in Temür Hisar kasabasında doğduğunu bildirir. Aşık Çelebi, ise aynı yerde kadılıkta bulunduğunu kaydeder. Kaynakların bildirdiğine göre Mesihi ile yedikleri içtikleri ayrı gitmeyecek derece de çok yakın dost imişler. Sadrazam Hadım getirmiş. Latifi onun kadılığı sırasında bir sebeple hapse atıldığını ve hapiste iken bir gazel nazmettiğini bildirirse de başta Aşık Çelebi olmak üzere diğer tezkireler bundan hiç bahsetmezler. Divan'ında Sultan 2. Bayezid'e Tacizade Cafer Çelebi'ye ve Sadrazam Koca Mustafa Paşa'ya sunduğu kasidelerden.onun paşa ile de bir yakınlığının bulunduğu ve sürekli yardımını gördüğü anlaşılmaktadır. Tacizade'ye sunduğu kasidesinde Karaferye kadılığına atanmasını istediği anlaşılmaktadır.
    Latifi,onun  çok zayıf bünyeli biri olduğunu ve öldü ölecek derecede yaşadığını ifade ederek sonra da hakkında şöyle bir hikaye anlatır. Çok zayıf ve hastalıklı bünyesi olduğu için ikide bir hakkında öldüğü rivayeti çıkarılmış. Sehi Bey,onun zamanın diğer kadıları gibi dünya malına,altın ve akçeye bağlılığı bulunmayan,dindar biri olduğunu bildirir.Ona göre Vasfi,şiir için gerekli olan ilme sahip bir kişidir.Şiirleri tatlı ve renkli manalarla doludur. Latifi ise onun şiirlerinin Necati Bey'in şiirleri gibi çok yaygın olarak okunduğunu öne sürmektedir. Günümüze erişmeyen divanı Prof.Dr.Mehmed Çavuşoğlu tarafından şiir ve nazire mecmualarında ona ait eserlerin bir araya getirilmesi suretiyle yeniden vücuda getirilmiştir.

23 Nisan 2016 Cumartesi

HIZIR AS.- HZ.SÜLEYMAN


                                               HIZIR AS. - HZ.SÜLEYMAN

    Bu parça da Hz. Süleyman ve Hızır As.'ın mitolojik ve tarihi nitelikteki hikayelerinden birer parça bulunmaktadır.

    HIZIR AS. :
Efsaneye göre Hızır,arkadaşı İlyas ile birlikte İskender-i Zülkarneyn'in maiyetinde bulunmuş ve ona kılavuzluk ederek zulumat ülkesinde ab-ı hayatı aramaya çıkmışlar.Uzun maceralardan sonra Hızır ve İlyas bir pınar kenarında oturmuşlar ve yanlarında bulunan pişmiş balıkları yerken Hızır'ın elinden  bir damla su balığa damlamış. Balık o sırada canlanıp suya atlamış. Onlarda suyun ab-ı hayat olduğunu anlayıp kana kana o sudan içmişler. Sonra İskender'e haber vermişlerse de tekrar bu suyu bulamamışlar. İskender ab-ı hayattan mahrum kalmış. Böylece ölümsüzleşen Hızır ve İlyas Allah'ın emriyle dünyada sıkıntıya düşenlerin yardımına koşarlarmış.Kıyamete dek sürecek olan bu görevi Hızır denizde İlyas ise karada yaparmış. Her ikisi de senede bir gün buluşup kabeye giderlermiş. Onların buluştukları bu güne ise Hıdırellez denilmiştir.

   HZ. SÜLEYMAN :
Hz. Süleyman'ın üzerinde İsm-i Azam yazılı bir mühürlü yüzüğü varmış.Bu yüzü sayesinde bütün vahşi hayvanlar ve kuşlar ona boyun eğerlermiş.
Bu yüzüğü yalnızca abdesthaneye giderken çıkartır ve Asaf adlı vezirine ya da hanımına emanet edermiş.Yine bir gün bu yüzüğü hanımına emanet etmiş. Süleyman dışardayken bir cin onun kılığına girip yüzüğü hanımından almış.Biraz sonra gelip mührü isteyen Süleyman sahtekarlıkla suçlanmış  ve saraydan çıkmışlar. Yüzüğü alan dev ise yüzük Süleyman'ın eline geçmesin diye onu denize atmış.Günlerden bir gün Süleyman bir balıkçının tuttuğu balıkları taşımış.Balıkçı da onun hizmetine karşılık ona balık vermiş.Süleyman peygamber eve gidip yemek için balığın karnını yarınca kendi yüzüğünü görmüş. Allah'ın izniyle denize düşen yüzüğü bir balık tutup sahibine getirmiş.Halk arasında mühür kimdeyse Süleyman odur atasözü de işte buradan gelmektedir.

22 Nisan 2016 Cuma

HAMMER ve KAŞGARLI MAMHUD


                                                                HAMMER

Osmanlı Devleti tarihinin en önemli araştırmacılarındandır.Hammer Tarihi adıyla biline eseri pek çok dile çevrilmiştir.Bu eserde Osmanlı Devletinin kuruluşundan Küçük Kaynarca antlaşmasına kadar gelen Türk Tarihi kaleme alınmıştır.Bu eser 8 cilttir. Bu eserde yazarın Avusturyalı olmasından dolayı Avusturya'yla ilgili yorumlara yer yer ön yargılı değerlendirmeler yaptığı görülmektedir. Kutadgu Bilig 3 nüshadan oluşmaktadır. Bunlardan Herat nüshasını Viyana'ya götürmesiyle bilinir.Osmanlı Seyahatnamelerini Avrupa da ilk tanıtan tarihçi Hammer'dir.


                                                     KAŞGARLI MAHMUD

11.yy'da yaşadı.İlk Türkolog'tur. Kaşgarlı Mahmud hakkındaki elimizdeki bilgilerde Keşfü'z Zünun  adlı eserden edindiğimiz bilgilerdir. Barsgan doğumludur.Kendisine Kaşgarlı denmesinin sebebi eserlerini Hakiniye Türkçesiyle  yazması ve Kaşgar ilinin o dönemin en önemli kültür merkezi olmasından dolayıdır.Sözlüğünden önce yazdığı ve günümüze kadar gelen ulaşmayan eserinin adı Cevahirü'n Nahv Fi Lügati't Türk'tür.
Divan-Lügati't Türk: Türkçe'nin ilk bilinen sözlüğüdür. 1072-1077 yılları arasın yazıldı.Türk dünyasını adım adım dolaşmış,notlar almış,topladığı dil malzemesini bir araya getirerek Türkçe'nin ansiklopedik sözlüğünü yazdı.Eserin mukaddimesinde bu çalışmayı nasıl yaptığını anlatır.Eser Arapçadır.
Bu eserden yazarın orta asyayı iyi bildiği anlaşılmaktadır.Arap işaret sisteminde olmayan Türk diline ait bazı sesler onun tasarrufunda olan bazı işaretlerle gösterilmiştir.Uzun a 'yı için iki elifi yan yana kullanmıştır. Türkçe de uzun vokal deyince ilk bilgiler Divan-ı Lügati't Türk'te vardır.
İçerisinde ki metinler bize Karahanlı Devrinin şiir antolojisini verir.Eserde ilk  dünya haritası vardır.Haritanın merkezi Balasagum 'dur. Kaşgarlı Mahmud'a göre Türk şivelerinin en iyisi ve en kolayı Oğuz Türkçesi' dir. Ancak Türk şivelerinin en açığı ve en kolayı Oğuz Türkçesidir. Ancak Türk şivelerinin en açığı ve en zarifi Hakaniye Türkçesidir.Eserde fonetik örneklerde vardır.Bu eseri ilk  Kilisli Rıfat Bilge yayımladı.Eser hazırlanırken atasözleri ve deyimlerden yararlanılmıştır.O ilk toponomisttir.Eser üzerende ilmi çalışma yapan  kişi Besim Atalay'dır.

DİVAN EDEBİYATI


                                                        DİVAN EDEBİYATI

Divan edebiyatı,Türklerin İslamiyeti sonra meydana gelen yazılı bir edebiyattır. Arap ve Fars edebiyatı etkisinde gelişmiştir.Kaideci bir edebiyattır.İkileme edebiyatıdır. Bu edebiyata divan edebiyatı denmesinin sebebi:Şairlerin şiirlerini Divan denilen el yazması eserlerde toplamalarındandır. ,Divan edebiyatının kaynakları: Din,Tasavvuf,Tarih,İlim,Mitoloji,Sosyal hayat.
Divan edebiyatı ve mitoloji ilişkisi : Mitoloji,hayali bir anlatım içinde hayali olayların,hayali unsurların,olağanüstü varlıkların ve yarı tanrı kahramanların;ilk çağlara ve arkeik bir zaman dilimine dayanarak öykülü bir anlatım içerisinde anlatılmasıdır.
Divan edebiyatının da mitoloji gibi hayal dünyası geniştir. Mitolojik unsurlar divan edebiyatında benzetmelere konu olurlar. Bu durum ise divan şiirini zenginleştirir.
Divan Edebiyatı ve Tarih ilişkisi: Hiç bir edebiyatçı tarihi nesnel olarak ele almaz. Öznel olarak ele alır ve işler. Tarihi şahsiyetler,tarihi olaylar, tarihi eserler vh düşürme olarak ele alır,onu süsler ve sanatlandırır.
Tasavvuf ve Divan edebiyatı arasındaki ilişki :
Terminoloji : Tasavvuf büyüklerini ele alır. Örneğin:Hallacı Mansur,Mevlana,Yunus Emre gibi..
Menkıbeler: Kıssasü'l Enbiya ve Tezkiretü'l Evliya.
Tarikatler: Bazı tarikatlerin uygulama biçimleri Divan edebiyatında  benzetme unsuru olarak geçer.
Tasavvufta Allah vardır.Divan edebiyatındaili makamındadır. Allah'a giden yol aşk yoludur.Bunlara ancak tarikatle ulaşılır.
 Divan edebiyatında tarihi şahsiyetler: Melikşah,Karun,Şeddad,Hatem,Kamber,Kahraman,Cemşid,İskender ve Dara,Rüstem,Eflatun ve Aristo,İbn-i Sina,Hülagü,Fağfür,İsfandiyar,İskender,Hızır as.,İskender,Lokman Hekim,Cercis.

21 Nisan 2016 Perşembe

ARAMAK


                                                                 ARAMAK

          Ömür boyu aramak...Yalnız seni aramak.Paslı teneke kutularda,küf kokan dolaplarda,çerçeveler de,tenhalarda,sonra vapurlarda,trenlerde hep seni aramak.Belki bu şehirde değilsin.Ne çıkar? Seni arıyorum ya.Belki de aynı sokakta evlerimiz,sabahları beni görüyorsun işime giderken.Sonra akşamı bekliyorsun,alaca karanlığı...Beni bekliyorsun ya da bir başkasını,bir başkasını.
Hiç gel demeyeceğim sana. Aramak neredeyse ben oradayım.Ayaklarım ne güne duruyor?Yok yok birden karşıma çıkma.Kaç saklan seni aramak istiyorum.
Git bu şehirden haydi git.Dağlara çık o uzak dağlara.Rüzgarların krallığında hüküm sür.Baktın ki oraya da geldim yine kaç.Başını al,açıl denizlere.Gemilerin en güzeli,en büyüğü,dilediğin limana götürmeli seni.Dilediğin yerde demir atmalı.Ben küçük balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter.Seni arıyorum ya.!
Bir yıl beş yıl on yıl değil;Beşikten mezara kadar aramalı insan.Ama ne aradığını bilmeli.Yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından.Okyanus dalgaları üstünden bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli, Yalın ayak koşmalı yollarda,ayaklarını sivri taşlar kesip kanatmalı. Çöllerden geçmeli yolu,yanmalı,kavrulmalı.Sonra gözün alabildiğine ak,soğuk ülkelere düşmeli.Buzlar kırılmalı ayaklarını altında,üstüne kar yağmalı.
Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni.Ayaklarını Afrika'dan getirip bir kağıt üzerine yapıştırmalıyım. Saçların Sibirya'da olmalı,dudakların Çin de.Gözlerin hindistan'dabir mabudun gözleri olmalı,ellerin İtalya da bir heykelin elleri.Bulsam da seni parça parça bulmalıyım.
Yine bir yerin eksik kalmalı.
Yeniden yollara düşmeliyim,onu aramalıyım.
Ve tam seni tamamladığım an da ölmeliyim.

                                                                                        ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

20 Nisan 2016 Çarşamba

BULUŞMAK ÜZERE



                                                     BULUŞMAK ÜZERE

Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
 Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenden denize gireyim dedin
Kulaç açtıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orada sen de oradasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

                                     
                                                                                         CAN  YÜCEL

16 Nisan 2016 Cumartesi

BEN EYLÜL SEN HAZİRAN


                                                 BEN EYLÜL SEN HAZİRAN
 
 Bir eylüldü başlayan içimde
 Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar

Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim,sevilmişliğim
O hey heyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklarda ne
Ne bu ardımdaki kül yığını;elli yaşım

Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı,yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde

Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor,of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık

Ölme diyorsan gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı,tenim ol,beni bırakma
Baksana;parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel,tut ellerimi,benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu,benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara


                                                                              ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

12 Nisan 2016 Salı

14. ve 15 yy. ŞAİRLERİ



                                                      14. ve 15. yy ŞAİRLERİ
   
  KADI BURHANEDDİN :
14. yy şairidir. Şiirlerinde mecazi aşk vardır.Tabiat,bahar mevsimi.aşk konularını işler. Tuyuğlarıyla  ünlüdür. Cinas ve Tekrir sanatlarını sıkça kullanmıştır. Şiirlerin Azeri Türkçesi özelliği görülmektedir. Eski Anadolu Türkçesi özellikleri de sıkça geçmektedir. Örneğin; bol-,ol-. uş:işte.
Aruzun Failatün/Failatün/Failün kalıbıyla şiirlerini yazmıştır. Şiirlerinde kahramanlık ve yiğitlik konularını sıkça işlemektedir.
SEYYİD NESİMİ :
Hurufi Türk şairidir. İlahi aşkı işlemiştir.Fazlullah'tan ve Hurufilikten etkilenmiştir.Fazlullah'tan önce mahlası Hüseyni iken Fazlullah'tan sonra mahlası Nesimi olmuştur. Hurufiliği yaymaya çalışmıştır. Nesimi'ye göre; İnsan yüzü, Allah'ın tecelli ettiği yerdir ve Allah'ın bütün güzellikleri insan yüzüne yansımıştır. Nesimi'nin Türkçe divanı vardır. Bu divan ikiye ayrılır. Bir Fazl' dan önce,iki Fazl'dan sonra. Hurufilik : Hurufiliğe göre insan yüzünde 7 tüy vardır toplam da 28 tüy vardır. Hurufiliğin en önemli kitabı Cavidanname'yi Fazlullah  32 harfli Fars alfabesiyle yazmıştır.
AHMEDİ :
Mecazi aşk şairidir. Tabiat,aşk,şarap konularını işlemiştir.Eski Anadolu Türkçesi özellikleri görülmektedir eserlerinde. Tabiat unsurlarını,sevgilinin güzellik unsurlarıyla benzeştirmiştir. Bu dönem de ki ve kim bağlacı sıkça kullanılmıştır. İmale'yi çok kullanmıştır.
ŞEYHİ :
Hem mecazi aşk hem de ilahi aşk şairidir. İlahi aşka ancak mecazi aşkla ulaşılabileceğini söyler.Onun şiirlerinde :Dünyaya önem vermemek,aldanmamak.iyi insan olmak ve aşkı her şeyin merkezine koymak temel esastır.Eserlerin de Eat özellikleri vardır.
AHMED PAŞA :
Mecazi aşk şairidir. Eat özelliği vardır. Kerem ve Güneş kasidesini yazmıştır. Ali Şir Nevayi ve Şeyhi'den etkilenmiştir. Hayal dünyası çok geniştir.Şiirlerinde daha önce eşi benzeri bulunmayan hayalleri işlemiştir. Edebiyatımızda ilk tarih düşürerek şiir yazma geleneğini Ahmed Paşa başlatmıştır.
NECATİ BEĞ :
Mecazi ak şairidir.Tabiat unsurlarını, sevgilin güzellik unsurlarıyla karşılaştırır. Hüsn-i Talil ve İrsali Mesel sanatlarını sıkça kullanmıştır. Şiirlerinde halkın kullandığı kelimeleri,atasözlerini,deyimleri ve ikilemeleri sıkça kullanmıştır. Şair imaleyi daha çok hece sonlarındaki a,i ve o seslerinde kullanmıştır. Eserlerin de İstanbul Türkçesini kullanmıştır.
HOCA DEHHANİ :
La-dini şiiri başlatan kişidir.Yani din dışı şiirler yazmıştır. Aşk ,şarap,doğa,bahar konularını işlemiştir.

10 Nisan 2016 Pazar

ÖZLEMEK


                                                              ÖZLEMEK

       Öyle çok özledim ki şimdiden..Kalbimde ki o özlem diye tabir edilen his uçsuuuz bucaksız.. Bu kadar koyar mı insana bir insanı 10 ay boyunca göremeyecek olmak..? Hele ki bu insan senin için sıradan biri değil gayet aklı başında sevdiğin,alıştığın,bir gün dahi sesini duyamadan yapamadığın duramadığın..Her gün hatta her saat başı sesini duyduğun insanın sesini artık iki günde bir belkide hafta da bir duyacak olmak..Gerçekten bu his acı veriyordu. Evet farkındayım henüz daha yolun en başındaydım..Ve şu an ki durumda elimden sadece o içimdeki enn değerli insan için bolca dua etmek sabretmek  ve iyi düşünmekten başka hiç bir şey gelmiyordu ve gelemezdi de..Gerçekten şu an şu satırları yazarken içimdeki özlem hissi hayli artmış safhada..Hemen hemen her gece kendimce iyi veya kötü bir şeyler karaladığım,yazdığım şu satırlarda onu anlatmanın hevesiyle bir yandan da her gece onunla konuşurken şimdiyse onu bi başıma buraya yazıyorum..Ama olsun onunla konuşamıyorsam bende onu bir yerlerde anlatırım,anarım çareler tükenmez..Ama gerçekten onsuzluk zordu..Hala alışamamıştım.
     Özlüyorum..
İşte bundan tam bir sene önce..Yeni tanışmıştık o an yeni ve hiç tanımadığın daha önce bir kez dahi görmemiş olduğum bir insanı tanımanın heyecanı ve bir o kadar da hiç tanımıyor olmanın vermiş olduğu bir ürkeklikle konuşuyordum onunla..Ve geçen şu bir sene içerisinde Ahsen, o adama bağlanmış aşık olmuş hayli alışmış alışkanlığım olmuştu..Kalbimde her ne kadar gün geçtikçe ona karşı hissettiklerim artsada  ondan beni sevmediğini aklının kalbinin hala benden önceki kız arkadaşında kaldığını bile duymuştum o an hissettiğim acıyı ve hayal kırıklığı öyle acı vermişti ki nasıl anlatırsam anlatayım kelimeler az kalırdı.. Ama şimdiyse o günlere sadece gülüp geçiyorum zaman gerçekten her şeyin ilacıymış.Şimdiyse gözlerime baktığında gözlerinin ışıldayışını görebiliyordum,benı gerçekten sevdiğini hissediyordum..Bende onu en az onun beni sevdiği kadar seviyorum şu an.Bir sofra da ekmek ve su ne kadar gerekliyse o adamda artık benim için benim hayatımda okadar gerekli bir alışkanlık ve bağımlılık olmuştu.. Her geçen gün kalbimde ona karşı hissettiğim duygular kat be kat artmıştı. Şimdiyse dolu dolu tam 1 senenin sonunda ondan ayrı kalmıştım kader şimdilik bizi ayırdı.. Amaaa şu var ki Allah'ın izniyle mesafeler aşka engel değil..İnşaAllah bundan tam bir sene sonra da beraber mutlu bir çift olup bu günleri anacağız...
    Ve ben inanıyorum ki özledikçe  birbirimize olan bağlılığımız daha da artacak daha da kuvvetlenecek..Onu göremiyor olmak sevgiye engel değil..
   Rabbim' den tek dileğim sağ salim gelsin..Şu an her ne kadar şu satırları yazarken ağlasam da inanıyorum ki Allah'ın izniyle bu günlerde geçecek.Sabrın sonu selamettir..İnanıyorum ki bir gün bu günleri atlatıp beraber mutlu olacağız..Sonunda kavuşmak varsa ben iki yıla da razıyım..Seni çok seviyorum..ve daha şimdiden Seni çok ama çok özledim...

8 Nisan 2016 Cuma

UYGURLAR VE UYGUR TÜRKÇESİ


                                           UYGURLAR VE UYGUR TÜKÇESİ

   Uygurlar, dünya üzerinde ilk kitap basan topluluktur.
   Uygurlar, dünya üzerinde kağıdın arka tarafını kullanan ilk topluluktur.
   Uygurlar,dünya üzerinde ilk pasaport kullanan topluluktur.
        Maniheist eserlerde şiire TAKŞUT, ŞLOK ve KÜG denir. Aprınçur Tigin ilk Türk şairidir.İlk şiir ise Aprınçur Tigin'in yazdığı İlahi ve Sevgili adlı eseridir. Maniheizm de mısra başı kafiye vardır.
Maniheist Eserler : - Irk Bitig
                               - Huastuanift
                               - İki Yıltız Nom
Irk Bitig : Fal kitabıdır. Göktürk harfleriyle Uygurca yazılmıştır. Eserin asıl önemli tarafı dili
üslubudur .Eserde bolca hüküm cümleleri vardır.
Huastuanift : Tövbe duası kitabıdır.
İki Yıltız Nom : Felsefi bir kitaptır. Budist Eserler : Budizm eserlerinde şiire ; Takşut, Şlok, Koşug ve Padag adı verilmektedir.Mısra başı kafiyesi vardır.
Budist Şairler : - Pratyaya-Şiri
                         - Singku Seli Tutung
                         - Ki-Ki
Budist Esereler 3'e ayrılır. 1- Sudurlar
                                           2-Çatikler
                                           3-Diğer Eserler
 1- Sudurlar : Vaaz kitaplarıdır.İçinde yer yer Çatik örnekleri vardır.
     Sudur örnekleri :
 Altun Yaruk : Budizm felsefesini esas alır.
Sekiz Yükmek : Dini bir eserdir.
Kuanşi İm Pusar : Bir Burkan adayının insanlara yardım etmesini anlatır.
İnsadi Sudur : İçinde Çatik örneği olan Sundari Kız vardır.Bu eser rahiplerin birbirlerinin günahlarını anlatmasını konu alır.
2- Çatikler : Buda'nın hayatını anlatır.Olağanüstü masallar ve olaylarıyla menkıbelere benzerler. Çatikler yer yer Sudurların içinde yer alır. Çatik örnekleri :
       -Prens Kalyanamkara ve Papamkara : . İyi düşünceli şehdezade ile kötü düşünceli şehzade. Biri iyi diğeri kötü şehzadelerin Buda olmasını anlatır.Karşılıklı konuşmaların olmasıyla akıcı bir çatik örneğidir.
      -Aç Pars Hikayesi : Altun Yaruk içinde yer alır.Açlıktan ölmek üzere olan bir pars ile onun kurtulması için kendini feda eden bir Budanın kendini feda etmesini anlatır.
   - Maytrisimit : Tiyatro eseridir. Körünç, görülecek şey anlamına da gelir.

W.THOMSEN - RADLOFF



                                                              W.THOMSEN

             Danimarkalı Türkologtur.
Çalışmaları:
             Germen Dillerinin Fin-Lap Dilleri Üzerine Etkisi teziyle doktorasını tamamlamıştır. Etrüks Dillerinin Kafkas Dilleriyle  ilişkisini araştırmıştır.Karşılaştırmalı diller profesörüdür. 1893 yılında Thomsen,Orhun yazıtlarını çözmüş,okumuştur.O bu işe usta olarak başlamıştır. O bu yazıtları okumadan önce bir çok dil biliyordu.Bu yazıtları okumasıyla hem Asya hem de göçebe imparatorlukların toplum yapısını aydınlatmıştır. Thomsen,yazıtlara önce bu dilin kaç işaretten oluştuğunu bularak daha sonra da yazının yönünü bularak başlamıştır. Yazının dış şeklini tamamladıktan sonra Türk dilinin hece yapısını incelemiş .Ve görmüştür ki Türkçe de ilk hece de iki ünsüz yan yana gelmez.yani ünlü-ünsüz,ünsüz-ünlü şeklinde olur.Ve yine Türkçede ünsüz sesler,ünlülerin önlük artlık  uyumuna göre fonksiyonları değişir.
           Türkiye de Orhun Yazıtlarını ilk tanıtan kişi Necip Asım'dır. Necip Asım ''Pek Eski Türk Yazıtları''adlı kitapçığında bu yazıyı tanıtmıştır. Daha sonra tarihçi Hüseyin Namık Orkun Eski Türk Yazıtları adlı eserinde Orhun Yazıtlarını işlemiş.Hüseyin Nihal Atsız Tonyukuk ve Kültigin yazıtlarının bugüki Türkçe'ye çevrilmiş hallerini vermiş. A.Von Gabain ise Eski Türkçenin Gramerini çalışmış. Muharrem Ergin ve Talat Tekin deeser üzerin de çalışmış. Cemal Ayyılmaz da Orhun Yazıtlarının söz dizimsel incelemesini yapmıştır.


                                                            RADLOFF

        Alman Türkolog'tur.
Türkoloji alanında ki en önemli çalışması Türk Lehçelerinin Karşılaştırması Sözlüğü adlı denemesidir. Bu eseri Budagov'un Türk-Tatar Lehçelerinin Karşılaştırması Sözlüğünden faydalanmıştır.Karşılaştırmalı diller profesörüdür.
İlk çalışması Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğüdür.
Kodex Cumanicus'la ilgili de çalışmalar yapmıştır.
Orhun Yazıtlarını Almanca'ya çevirmiştir.
Uygurlarla ilgili çalışmalar yapmıştır.

6 Nisan 2016 Çarşamba

TÜRKOLOJİ ÇALIŞMALARINA BİRKAÇ ÖRNEK


                                                             STRAHLENBERG

         İsveçli Türkologdur.
Poltova savaşında Rusya'ya esir düşmüştür ve Sibirya' ya sürülmüştür.Orada Messerchidt'in yardımcısı olmuştur.Yenisey ırmağının kenarında Yenisey yazıtlarının 3.'sü olan Uybat yazıtını bulmuş ve okumuştur. Bulduğu yazıtları 1730 yılında yayımlamıştır. Strahlenberg'in eserinin  en önemli yanı eserin sonunda bir liste olmasıdır. O listede 60 kelime vardır ve bu kelimeler diğer diller Türk lehçe ve şiveleriyle,Moğol, Mançu-Tunguz dillerinde ki karşılıklarını vermiştir.Yaptığı çalışmalarıyla adeta küçük bir Altay Dilleri Müjdecisi gibidir.En derli toplu çalışmayı Osman Nedim Tuna yapmıştır. Bugün Upsala üniversitesinde Türkoloji kürsüsü bu alana halen katkı da bulunmaktadır.


                                                               HAMMER

      Avusturyalı'dır. Osmanlı devleti tarihinin önemli araştırmacılarındandır. Hammer Tarihi adlı eseri vardır ve bu eser pek çok dile çevrilmiştir. Bu eserde Osmanlı devletinin kuruluşundan Küçük Kaynarca antlaşmasına kadar gelen Türk Tarihi anlatılmaktadır. Eser 8 cilttir. Bu esrede yazarın Avusturyalı olmasından dolayı yer yer Avusturya'yla ilgili yorumların fazla olduğu ve yer yer ön yargılı değerlendirmeler yaptığı görülmektedir. Kutadgu Bilig'in 3 nüshası vardır. Bunlardan Herat nüshasını Viyana'ya götürmesiyle bilinir.
Osmanlı Seyahatnamelerini Avrupa'ya ilk tanıtan Hammer'dir.

                                                                 VAMBERY
 
    Macaristan Türkoloji'sinin kurucusudur.İlk Etimoloji Sözlüğünü yazmıştır.Bu sözlüğü  diğerlerinden daha önemli kılan,o dönemde Orhun yazıtlarının bulunmamış bulunsa da okunmamış olmasıdır. Abuşka- Çağatay Lugatını yazmıştır. Bu eser etimoloji sözlüklerine örnek olmuştur.


                                                         

5 Nisan 2016 Salı

TÜRKOLOJİ


                                                           TÜRKOLOJİ

         Türkoloji: Dar anlamıyla bütün lehçe ve şiveleriyle Türk diliyle uğraşan bilim dalının adıdır. Şimdi size türkologlardan bir kaçını ve türkolojiye olan katkılarını anlatacağım.
Vambery : Türk dilinin ilk etimoloji sözlüğünü yazmıştır. biz de ise ilk etimoloji sözlüğünü yazan kişi Hasan Eren' dir.  Divan'ı Lügati't Türk 1 cilttir. Fakat bunun üzerinde araştırma yapan Besim Atalay bu eseri 4 cilt halinde yayımlamıştır. 1893 yılında Wilhelm Thomsen Orhun yazıtlarını okudu.Orhun yazıtlarını okuduğunda hem asya hem de göçebe imparatorlukların toplum yapısını aydınlatmış oldu.
Yine Thomsen Germen dillerinin Fin-Lap dilleri üzerindeki etkisi teziyle doktorasını tamamladı. Thomsen Orhun yazıtlarını okuduğunda bu işe usta olarak başladı ve bir çok dil biliyordu.
Bang ise karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Yöntemini kurdu. Radloff ise yaşayan Türk topluluklarının dil malzemesini toplayıp derledi ve bunları sözlük ve metinler halinde yayımladı. Türkoloji'nin temellerini işte bu üç isim atmıştır. Bang; karşılaştırmalı Türk lehçeleri yöntemini kurarken Thomsen; Orhun yazıtlarını çözdü,okudu ve Radloff ise yaşayan Türk topluluklarının dil malzemesini toplayıp onları sözlük ve metinler halinde Türk dünyasına sundu. Fakat bunlar bu araştırmaları yaparken Kaşgarlı Mahmud, onlardan 900 yıl önce bütün bu araştırmaları yapmış ve tek bir kitapta Divan-ı Lügati't Türk adlı eserinde yayınlamıştır. Dolayısıyla ilk Türkolog Kaşgarlı Mahmud'dur. Kaşgarlı Mahmud'un temellerini attığı Türkoloji 19.yy'ın son çeyreğinde müstakil bir bilim dalı haline geldi. 14. yy da ise Türkoloji çalışmaları avrupa da artış gösterdi. İlk Türkoloji kürsüsü Paris'te kuruldu. İlk doğu bilimleri kongresinin adı ise Uluslararası Oryantalizm Kongresi'dir. Türkoloji alanında yapılan çalışmalar 2'ye ayrılır. 1.'si Türklerin yaptığı çalışmalar, 2.'si yabancı Türkologların yaptığı çalışmalar olmak üzere ikiye ayrılır. İlk Türkçe gramer kitabını yazan kişi Pierre Ferroguto'dur.

3 Nisan 2016 Pazar

CAFER ÇELEBİ


                                                        CAFER ÇELEBİ
   
         15.yy da yaşamış Türk Şairidir. 1515 yılında vefat etmiştir. Amasyalıdır. Babasının adı Taci'dir. O yüzden kaynaklarda Tacizade Cafer Çelebi olarak geçer. 2.Bayezıd zamanında devlet işlerinde görev alır. Eğitimini Bursa medresesinde almış. İlerlemiş daha sonra asistan olmuştur. Daha sonra çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Edirne de bulunmuş.Orada müderrislik yapmış.Kadılık yaptı. En son Mahmut Paşa Medresesinde müderrislik yaptı. İyi bir hattat şairidir. Onu hat yazmada ki mahareti padişah tarafından fark edildi padişah onu nişancı yaptı.2. Bayezıd döneminde. 2. Bayezıd'ın vefatından sonra yerine 1.Selim geçmiş ve taht kavgaları olmuştur. 1513 nda 1. Selim onu nişancı yapmıştır. 1.Selim, İran daha sonrada Mısır'la uğraşmış.1515 yılında Turnadağ Savaşı Dulkadiroğlu beyliğiyle oldu. Yeniçerilerle savaşa gidildi. Fakat İstanbul da kalan yeniçeriler ayaklanma çıkardı. 1. Selim gelip bu isyanı bastırdı ve daha sonra da bu isyanı kimim çıkartığını araştırdı ve buldu. Ve bu isyanın altından çıkan isim Dukakin zade Ahmed bey'i bulmuş ona sormuş daha  da araştırmış isyanın altında ki kişiyi o da Cafer Paşa ' nın ismini vermiş. Daha sonr a da Dukakinzade Ahmed Bey'i  idam etmiş. Ve Cafer Paşa'nın yanına ğitmi ve ona sormuş: Birisi Osmanlı'ya zarar verecek bir şey yapsaydı ona ne ceza verirdin ? diye sormuş. Cafer Paşa da onu idam ederdim cevabını verince  Cafer Paşa her ne kadar o suçu kendisinin işlemediğini söylese de onu idam etmiştir. Daha sonraları her ne kadar Cafer Paşa'nın suçsuz olduğu ortaya çıksa da bir kere iş işten geçmiştir. Artık ne faide..
      EDEBİ KİŞİLİĞİ
- Mecazi aşk şairidir.
-Ahmed Paşa ve Necati Bey çizgisini takip eder.
-Şiirlerinde Cafer mahlasını kullanır
-Hevesname Mesnevisinde kendi başından geçen bir aşk hikayesini anlatarak Mesnevi Edebiyetı' nda yeni bir tarz başlatmıştır.

2 Nisan 2016 Cumartesi

UYGUR TÜRKÇESİ HAKKINDA BİLGİ


                                          UYGURLAR HAKKINDA BİLGİ
     Uygurların, mani ve budizm dinine girerek,Çinlilere karışarak yumuşak adam haline gelmeleri,savaşçı özelliklerini kaybetmeleri düşüncesi yanlıştır.  Yerleşik hayata geçen ilk topluluk oldukları yanlıştır. İlk yerleşik hayata geçen Hunlular ve Göktürklerdir. Uygur Türkçesinin Köktürkçeden sonra geldiği yanlıştır. Köktürkler ve Uygurlar aynı dönemde yaşamışlardır. Bunların her ikisi de Eski Türkçe dönemindedir.
   Sadece ağızları farklıdır. Uygurlar dünya üzerinde ilk defa kitap basan toluluktur. Basım işini yapan ilk topluluktur. Dünya da ilk defa kağıdın arka yüzünü kullanan ilk topluluktur. Dünya üzerinde pasaportu kullanan ilk topluluktur. Kutadgu Bilig 1074 de yazıldı.Uygurlar tarafından 1100 de yazılmıştır. 3 nüshası ardır. Diğer ise Uygur harfli olan Viyana nüshasıdır. Satırlar altı Kur'an Tercümesi kitabı 900 lü yıllarda  Türkler tarafından özenli bir şekilde yazılmıştır. Eserde kelimenin altında Türkçe tercümesi vardır, sözlük gibidir. O dönemde Kur'an-ı Kerim'e verilen değer bu kitapta açık bir şekilde ortadadır.
   Eski Türkçe dönemi içinde ve Uygur Devletinin kurulmasıyla ürün vermeye başlayan yazı diline genellikle Uygur Türkçesi denir. Bu dönem Orta asya Türkçesinde İslamiyetin dışında kalan Türklerin kurdukları dil ürünlerini kapsar.