11 Mayıs 2016 Çarşamba

GÖNÜL DİLİNİ HİSSETMEK


                                                 GÖNÜL DİLİNİ HİSSETMEK

      Gönül,bir anahtarsa o anahtarla açılan ışıktan dünyanın adı hissetmektir. Evrenin en güzeli gözler,mimiklerimiz sadece onu gölgesi ve esiridir. Mahiyetinde olan insanlar ne güzeldir ki..
Ona göre yaşarlar. Dingindirler her ne olursa olsun karşınızda  sakin cevap verirler. İç ihlaslarını avlamaya çalışırlar.Bu bildikleri yolda yürümeye karar verdiklerinde önlerine bin türlü olumsuzluk çıksa da,gönül ibrelerinin gösterdiği istikametten vazgeçmediklerin de olur. Kendi özümüzden habersiz iç ruhunu hissetmeden büyütülüyor,büyüyoruz.Oysa en çok ona ihtiyacımız var. Bizim gönlümüz başıboş yaşayamaz.Her şeyin olduğu  gibi onun da ihtiyacı vardır. İhtiyaç deyince yüreğinize sevmek geldi dediğini duyuyor gibiyim.Evet sevmek gönlümün en muhteşem lügatı,hali,manası..
İzin vermediğin gibi en  güzelleride sendedir.Eğer bunu yaşarsak işte o zaman anlayacağız,hissedeceğiz. Fani olandan Baki olanı hem bir tutmayı hem ayırmayı,gönül dilimizle konuşmayı öyle az buçuk değil,dibine kadar yaşamayı, Şimdi yazmaktan başka bir şey gelmiyor elimden demeyeceğim.Ondan önce hissetmek geliyor. His çünkü bize kucaklamayı sunuyor biz ise dayağı seçiyoruz ve bunu sıkıntı her an patlamaya hazır bomba gibi dışarıya çıkıp ateşler içinde bağıracakken bile yapıyoruz. Halbuki boğazı düğüm düğüm yapıyor kalbimizin yeri nasıl da daralıyor sığamıyor.Aradaki ince ayrıntıyı anlamayan bizler sürünüyoruz ve sadece Rahmansızlıktan sürünüyoruz. 
    İşte bütün hislerimizin muhteşem bir konuma geldiğini hissedelim o vakittir ki fiziki bedenin içindeki ikimi bir kıvılcım olduğunu hatırlayacağız.Kalbimizi, gönlümüzü, hissiyatımızı hatırlayarak biz olacağız... 

                                                                                           RUKİYE  KARAGÖZ

10 Mayıs 2016 Salı

ZAMAN GEÇER DE ANILAR GEÇMEZ


                                             ZAMAN GEÇER DE ANILAR GEÇMEZ

      Yaşayamadıklarımız için hep pişmanlık duyuyoruz. Önce bir yaşadığımız için mutluluk duymamız gerekirken yaşanmışlıkların acısını çekiyoruz.Oysa ki yaşanmışlıklar insanları olgunlaştıran şeylerken,yaşanmışlıklar sayesinde yaptığınız yanlışı bir daha yapmamanızı gerektiğini görürsünüz. Bir insana bir daha güvenmemen gerektiğini anlarsan bütün insanlara güvenini yitirirsin.Bir kere sevdiğinde acı çekersin ve kimi seversen acı çekecekmiş gibi gelir artık sana. Bir insanların hatalarıyla olgunlaştığını düşünmüyorum. Olgunlaşmak bir eylemdir,fiildir. Hiç bir fiilde öznesi olmadan gerçekleşmez.
Yaşadığımız hayat bize hep bir ders verme amacı içinde sanki bir önceki güne şükretmemiz gerektiğini söylüyor. Bizi her geçen gün şaşırtıyor. Yapmaz dediğimiz kim varsa en güvendiğiniz insan yapıyor.O sizi güveninizi kırdığında artık herkese yabancılaşıyorsunuz. Zaten ''dürüstlük pahalı bir mülktür.'' Ucuz ruhlu insanlarda aramak hata olur. Artık afrikalaştı kalbim,güvenin afrikası oldu.
     Güvenmeye aç.Kalbimi birinin kalbine yasladığımda gözümü kapatabilmeye aç.Şimdilerde ne zaman gözümü kapatsam kalbim paramparça.Bir kız kulesine baktığımda duyduğun tek şey hüzünse o sana denizin içinde i yalnızlığı anlatıyorsa güzel olan her şeyi hüznünü yakalıyorsan ihanetin en acısını çekmişsindir belkide. En sevdiğiniz dondurma bile güldürmüyorsayüzünü sizde benim gibisiniz demektir şimdilerde...
Hayat bazen böyledir.Yaşadığın sürece  bir şeyleri gösterir sana birilerine güvenmemeyi insanlara anla yüklememeyi kimse gözünüzde büyütmemen gerektiğini.Hayat ne kadar da anlam doluymuş diyorum.Oysa ki hayata küçükken hiç bu gözle bakmamıştım. Tek yaptığım şey hayatı akışına bırakıp büyümekti.Gidenlerin arkasından bakakalmışız hep bunu görüyorum,hatta gidenlere bakmaktan gelenleri kaçırmışız. Sevdiklerimize zaman ayırmayı onları kaybedince anlar olmuşuz sanırım. Bu yüzdendir ki hep kaybedince öğrenmeyi alıştırmışız bünyemize.Hayatımız hep bir bekleyiş,hep bir terkediliş hep bir kaybediliş olmuş...

9 Mayıs 2016 Pazartesi

UNUTULMAYAN GÖZYAŞLARI


                                              UNUTULMAYAN GÖZYAŞLARI

     Kırk sandalye gıcırdadı altında.Çıkan ses sanki yalnızlığına ortak olan bir dostun sesiydi.Ayağa kalktı,boyasız,soğuk duvarlara baktı yüzü ekşidi.Çatlak ve tahtaları çürümüş pencereye yürüdü. Ayın ve yıldızların terkettiği cansız karanlığa baktı.Dolmuştu kara bulutlar gibi,bedeni büyük bir fırtınayı bekliyordu. Direnemedi daha fazla gözleri doldu.O kadar dalmıştı ki derine karanlığın bile ötesindeydi şimdi.Hıçkırık sesleri bir tek çekyatın ve sandalyenin olduğu odada duvardan duvara çarparak yok oluyordu. Kapana sıkışmıştı sesi gibi hiç çıkış yolu yoktu,sesi gibi kaybolmayı diledi. Ama hala oradaydı ve çaresizdi atlayan camın canını aldı ellerinden kırmızı sıcaklık dökülürken hiç fiziksel acı hissetmedi sadece sıcaklık.
    Derinlerde yeşilliği gördü,gülen insanları ve acıtmayan serin yağmuru gördü.Hırçın denizle düet yaptığı günler geçti gözünün önünden.Oysa bilemedi bunların kıymetini hep yakınmıştı bu hayattan güzellik olarak görmemişti hiç.Şimdi ise hayran olarak gittiği hayatın kollarında boğulmaktaydı. Eli refleks gibi sigara paketine gitti. Kanlı eliyle paketi yokladı herşey gibi herkes gibi sigarası da  terk etmişt onu. Paket dokunduğu son dostuymuş gibi içten sıktı.Sonun bir adım gerisindeydi artık.Gök yüzündeki karanlıktan çekti gözlerini kırık pencereyi açtı.Gözleri şimdi sekiz kat aşağıdaki yoldaydı.Cansız bir sokak lambasını aydınlattığı yol onu çağırıyordu.Kurtuluş bir adım ötedeydi ya da yüz altmış basamak aşağıda...
İrkildi kendine geldi sıyrıldı o andan.Elini tuttuğu küçük kıza dönerek evet bende ağladım kızım,kırık camlar önünde..

8 Mayıs 2016 Pazar

FEDAKARLIK


                                                            FEDAKARLIK

      Fedakarlık,kıymet verdiklerini daha kıymet verdiklerin uğruna karşılık beklemeksizin terk edebilme becerisi. Ve bu beceriyi icra edebilmek için akıl,mantık,irade gibi şeylere ihtiyaç yok.Çünkü yeri geldiğinde bir ceylan yavrusu için canını feda ederken bir aslan da aç kalmaması için tek öğününü evladına feda edebilir. Peki insanı insan yapan,diğer varlıklardan  ayıran ne ola ki diğer varlıklar için sıradan sayılabilecek bu davranış ala-yı ılıyyin merdiveni haline gelebilmekte?İnsanı insan yapan onun vazifesi,kainattaki işlevidir:tanımak ve tanıttırmaktır. Rabbimiz kendisini insana bildirme için onlarca varlığı aracı eder ki insanoğlu elindeki en büyük güç olan ''bilinç''nimetinin hakkını verebilsin.İradesini ne için kullanacağını fark etsin,neyi kime ne için feda edeceğini ayırt etsin.. Kısaca insanı insan yapan Rabbi için,inandığı değerler için, feda edebilme şerefine sahip olması ve bunu bilinçli yapabilmesidir.
     Biz her türlü insani vasfi efendiler efendisinden (sav) öğrendiğimiz  gibi feda edebilme sanatını da yine ondan öğrendik. Hz. Hatice'yle beraber koskoca serveti son kuruşuna kadar Allah yolunda feda etti,biz öğrendik ki; onu tanıtmak için alakayı kalbe değmeyen mal,mülk feda edebilir. Uhud da dişin feda etmesinden öğrendik ki O' nun adı için feda edilir. Hanesinde uyuyacak yatağı  yoktu,yüzündeki sedir izinden gördük ki dünya rahatı feda edilir canlar canına. Baba yurdu Mekke feda edilir.Kabe'ye hasret çekilir senelerce o razı olsun diye. O' nun ashabı,öğretmenlerimiz oldu. Kie neyi neden fede edeceğimizi anlattılar birer birer.
Hz. Ebubekir gibi ana-baba feda edilsin. Hz.Ali gibi ömür feda edilsin de uzanılırken sedire, Hz.Ömer gibi feda edilebilsin ki mal mülk ve para Allah ve Resulü bırakabilsin ardında kalanlara. Yaratılmışların en şereflisi ve her zaman olduğu gibi yaşayarak öğretti bize feda edebilmeyi.İnsanca fedakarlığı da ondan öğrendik her insani vasıf gibi.

7 Mayıs 2016 Cumartesi

SABAHI BEKLEYENLER


                                                     SABAHI BEKLEYENLER

    Çok bekledik sabahı..Sevdiklerimizin yüreğimize bıraktığı o hissiyatdı sanırım bekleyişlerimizin sebebi,Belki beklentilerimizin sebebi Rıza-i İlahi idi. Kim bilir belkide dünyevi bir sevda idi. Üzdüklerimizin ahları mıydı bu uykusuzluklar yoksa tükettiğimiz yılların sitemi mi ? Yoksa gurbet sancısı mıydı bizimkisi? Sevdiklerimizin gittiği yanlış yönler miydi?Hayır hayır biliyorum bu hepsiydi.
Gurbetlik çekenler çok iyi bilirler ki o güneş bir türlü doğmaz. Her şeye rağmen o sancılar bitmez ve öğrenirsin Rabbi'nden başka kimsen olmadığını en iyi o sabahlarda anlarsın. Hayatın koşuşturmacasında göz ardı ettiklerini o vakit anlarsın.Geceler..Düşünmek için çok uzun tebessüm etmek için çok kısa olan o geceler..Neden tüm bu duygular gece gelir ki ? Neden canın en çok geceleri yanar?Çünkü gece sen SENSİNDİR.Gündüzleri bir başkası gibi davrandığın saatler bir bir tükenmiştir. Artık sen ve vicdanın baş başadır.
Kırdıkların,üzüldüklerin,sevapların,günahların,veballerin..Hepsi toplanmış ve senden hesap sormaktadır.
  Allah'ın bize bahşettiği en güzel şeylerden biri sevgi diğeri ise vicdan azabıdır.Denebilir vicdan azabı kötü bir şey nasıl güzel olabilir? O azap ki bir çok bataklıktan bizi çekip alan değil midir?Ne yapıyorum nereye bu gidişat nereye ey aciz dedirten ve bunları diyebilecek en güzel zaman gecedir.Hani şu bir türlü aydınlanmayı bilmeyen gece.
Kırdığımız kadar kırıldık o gecelerde üzüldüğümüz kadar üzüldük ve haliyle yorulduk biz o gecelerde. Lakin şükretmeyi hiç elden bırakmadık.Böyle gecelerde elinizden geleni yapın ve DUA EDİN!!!

5 Mayıs 2016 Perşembe

DÜŞÜNMEK


                                                               DÜŞÜNMEK

     Önceden hayat şartlarının her insan için aynı olduğunu,herkesin çektiği acının aynı olduğunu düşünürdüm.İnsanların farklı olduğunu hiç düşünmezdim.İnsanların dinlediği müzik bile aynı değilken bunu düşünmem çok saçmaymış,yeni farkediyorum. Çocuklukları bile aynı olmayan insanları nasıl aynı kefene koyabilirim ki? Aynı hayatı yaşamasak da aynı geleceği paylaşıyoruz.Aynı gökyüzünü,aynı çevreyi,hatta ve hatta aynı teknolojiyi..Peki bunları neden fark edemiyoruz? Çünkü düşünmeyi,anlamayı,belki de anlatmayı bıraktık. Bu hale gelmemizde çabamız çok büyük.Bunu yapanlara çok yardımcı olduk.Yönlendirilmeyi biz seçtik.,yönetmek yerine.
  İnsanlar artık deney fareleri gibi davranmayı seçti. Neden mi ? Çünkü artık neyin ne olacağını düşünmekten herkes yorgun düştü. Acaba bunu yapsam ne olur? Bunu yaparsam insanlar ne der?  Etik açıdan uygun mu ? vs.. Yahu kendine dönüp de sor ''Ben bunu yapacak insan mıyım? Evet sorgulamamız gereken asıl  mesele bu.Biz nasıl bir insanız ? Nerede yanlış,nerede doğru yapıyoruz? Biz doğruyu yapabiliyor muyuz,Yoksa sadece gösteriş peşinde miyiz? Bu soruları çoğaltabilirim aslında,daha da uzar. Biraz çuvaldızı  kendime batırayım. Kendimi de bu kefeye koyuyorum. Yaptıklarımı benim tercihlerim mi yoksa bende mi yönlendirilmeyi seçtim? İzlediğim dizi ve film sahnelerini bilinçaltımda hala çekmeye devam  mı ediyorum yoksa ?

4 Mayıs 2016 Çarşamba

HER ŞEY YAZILDIĞI KADAR YAŞANIR


                                          HER ŞEY YAZILDIĞI KADAR YAŞANIR

    Anladım ki benden sana dost olmazmış.Anladım ki her şey yazıldığı kadar yaşanırmış.Bazı şeyler söylendiği kadar dinlenirmiş.Biz de sonu hazırlanmış bir sona üzülmüşüz.Halbuki bilmeliydik ki ''her şey yazıldığı kadar yaşanır''ama bilemedik. Sevdaya kaptırdık kendimizi.Boş hayaller,bomboş kilometreler ve yalan yanlış cümleler aldı götürdü bizi bizden.Boşuna ilerlediğimiz milyonlarca kilometrenin yorgunluğu yanımıza kar kaldı bak.
Niye kendimiz yazamadık yaşayacaklarımızı? Niye hayallerimizi kuramadık sapasağlam bir kale gibi? Çünkü sen başka hayatlarda kirletiyordun ömrünü,bense senin kirlenen hayatında...
  Çünkü biz sevginin adını bilmeyen iki insandık.Çünkü biz çıkar için birbirimizi sevdiğimizi sanan koskoca birer yalandık ve sonunda birbirimizin ateşinde yandık. Vedalar gibiydin dostum! Zordun geçilmez sarp bir kayalık gibiydin.Ama bana her zaman bir köprün vardı bunu en iyi ben biliyordum.Köprünün çürüdüğünü bir tülü görememiştin ama sana inanmıştım.Çünkü dost kelimesi benim fıtratımın en güçlü hissi,duygusu ve hayat olgusuydu yani sana inanmak benim alın yazımdı.
Şimdi ise katran karası mesafeler içindeyiz. Zaman yine en iyi bildiği şeyi yapmaya devam ediyor. Çalmaya.Senden sevdiğini  sandıklarını benden ise en yakın dostumu.Her şeyi hatırla dostum  hiç bir şeyi unutma. Ama en çok da kuralımızı unutma ''Her şey yazıldığı kadar yaşanır''.

3 Mayıs 2016 Salı

WİLLİ BANG-KAUP


                                                       WİLLİ BANG-KAUP

     Mukayeseli Türk Dili Araştırmalarının Kurucusu Willi Bang-Kaup'tur. Eski İran ve Mançu dillerini bilir. Willi Bang Codex Cumanicus üzerinde çalışma yapıp yeniden yayınlamış.Ve Codex Cumanicus üzerine yaptığı çalışmayla Radloff'un Kıpçak şivesini batı grubuna dahil etme durumunu da ortadan kaldırmıştır. Bang'in Codex Cumanicus ile ilgili yaptığı bu çalışma Türk dili bakımından çok önemli eserlerden birisidir.
Codex Cumanicus : Bu eser 13. yy  sonları ile 14. yy başlarında Alman ve İtalyan rahip ve tüccarlar tarafından yazılmış iki ayrı defterden oluşmaktadır.Eserin sözlüğü 1942 yılında Kaare Grönbech yayımlar. Eser Kemal Aytaç (Kuman lehçesi) tarafından Türkçeye çevrilir. Eserin dili üzerine yapılan alışmalardan biri de Gabain'e aittir.Alman Türkologlar tarafından Orta Asya'ya yapılan seyahatler neticesinde Almanya'ya getirilen Uygur metinlerinin ilk inceleyicisi olan Müller ile birlikte Bang de Uygur harfli metinleri inceleme işine katılmıştır. Onun başlattığı ''Turkısh Turfan Texe'' serisi işte bu incelemelerin sonucu ortaya çıkmıştır.Dünya ve dolayısıyla Alman türkolojisinin öncüsü olma ünvanını kazanmış Bang, Almanya'da kendisinden sonra gelen çalışmalara da yön vermiştir.

2 Mayıs 2016 Pazartesi

YARA İZİ


                                                                    YARA İZİ
 
        Her insan bir parça bırakır giderken.Yani gittiklerini sanılarken. Çünkü tam anlamıyla gidemezler,o parça kalandadır, gidemeyendedir. Gideni hatırlatır.Yara izi gibi bir şeydir işte. Geçmez hiç,alışırsınız bir süre sonra. O gidiş, o bırakılan yara sizin bir parçanız olur. Ondan kalan son hatıra diyerek daha da seversiniz o yarayı,canınızı acıtmasına rağmen.
Acıya acıya sevmeye devam edersiniz,acıdan hoşlanarak.Canınızı acıtmasını bile svecek kadar sevmişsinizdir. Çok sevmişsinizdir.Seversiniz işte,her gün o yara izine bakarak,sıkılmadan. Sonra o yara kabuk bağlamaya başlar gözümüzün önünde. Yavaş yavaş iyileşir siz istemezseniz bile. Sonra kalmaz ondan geriye bir şey,soluk bir iz,anca. Belli belirsiz..
       Unuttum dersiniz onu görünce,onu sevmeyi unuttum sevmiyorum,o ize baktıkca düzen gibi.bir artık canım yanmayacak. Kalbim benim artık,bir benim. Ama öyle olmaz işte biri çıkar karşınıza ansızın.O yarayı tekrar açığa çıkaracak tekrar kanatacak.. Gerisi aynı şeyler işte, acımasız bir düzen gibi.
Siz siz olun aynı yarayı ikinci kez kanattırmayın ,bir olsun.Herkesin bir yara izi vardır,kimseye dokundurtmayacak kadar güzel olan...

1 Mayıs 2016 Pazar

DOĞRU İLE YALAN


                                                           DOĞRU İLE YALAN

     Her doğruyu söylemeye gelmezmiş,bir takım doğruları yaymamak, çokluktan,kamudan gizlemek gerekirmiş... Peki ama bir doğruyu söylemek ,gizlemek,yayılmasını önlemeye çalışmak  o doğrunun yerinde duran yalanı sürdürmek demektir, Yalanın yalan olduğunu bilerek sürmesine bırakmaya hakkınız var mıdır? Bu yalanlar kutsalmış,onlara dokunmaya gelmezmiş..Bir şeyin yalan olduğunu anladık mı kutsallığına inanmıyoruz demektir. Bunun için kutsal  yalan sözü bir şeyin hem köşeli hem de yuvarlak,hem katı hem de biçimsiz olduğunu söylemek gibi saçmadır.Ama duygularını birer düşünce saymaktan çekinmeyenler böyle saçmalarla kolayca bağdaşabiliyorlar.
Bir takım doğruları  gizlenmesi gerektiğini ileri sürmek eski kibarlık,asilik aristokrat düşüncenin bir kalıntısıdır. Bir yanda büyükler,kibarlar damarlarında mavi kan akanlar var  onlar doğrudan bilirler. Onların bilmesinden bir kötülük gelmez ama küçüklere kibar olmayanlara,kölelere sakın açmayın!
     Öyledir kişi oğlu kendisi için ille bir takım ayrıcalıklar ister. Eski acunun kibarlığı aristokratlığı yıkıldı ama onun yerine aydınlar türedi..
Bir kişi olarak ilk ödevimiz yalan olduğunu anladığımız düşüncelerden benzerlerimizi yani bütün kişileri kurtarmaya çalışmaktır. Ben bunu yalan olduğunu biliyorum ben buna inanıyorum ama kamunun bu bağlar altında kalması,onun anlamaması daha iyi olur,diyen kimse Öğrendiği,anladığı doğrulara layık olmayan kimsedir. İnandığı bir şey yoktur onun.Bir şeyin ne olduğunu düşünür ne de yalan olduğunu. Ancak kendisini düşünür,büyük görmek için bir yol arar.
   Her doğru söylenebilir,her doğru söylenmelidir yoksa çevremizi aldatıyoruz,çevremize yalan yayıyoruz...

                                                                                                       NURULLAH ATAÇ

BÜYÜDÜKÇE...


                                                                 BÜYÜDÜKÇE

        Dışarıda hava karardı.Odanın içindeyse kısmen direnen soluk renkli bir lamba var. Bense bir koltuk üzerinde ne kadar hareketsiz kalınır konulu anlamsız ve bir o kadar da sıkıcı bir çalışma içindeyim. İçimde ki duman birbiri ardına körüklenen dumanlardan muhtelif. Arkada fon müziği olarak İspanyol bir adam doğal olarak İspanyolca bir şarkı söylüyor. Ne dediğini anlamıyorken bile sevdim ben bu İspanyolu ama İspanyolca öğrenmenin yeri değil henüz.
Bir şarkı İspanyolca olup içinde senin anlayacağın en ufak bir şey bulunmazken bile seni ağlatabiliyorsa durum vahim demektir, Ağlarken aynı zamanda kendi kendine konuşmaya başlamışsan bu durum daha da vahim demektir.
Hayatın kaçta kaçı  kendi kendini kandırmalardan ibaret acaba,yüzde bu kadarında uyuyup yüzde şu kadarında yemek yerken biz yüzde kaçında kendimize yalanlar söyleyip bir yanımız yıkılırken diğer yanımız onu tutmaya çalışıyoruz ? Sonrada bu tutmalar bir fayda vermeyince artık tutan ve tutan olarak beraber aynı uçuruma yuvarlanıyoruz. Kaçımız dibini görmeye çalıştı.Haaklarımı,hangimiz şarkılar söyledi her nakaratına elinden uçurduğu güvercini saklayarak ?
      Hayat büyüdükçe acımasız giderek daha az yanlış, daha çok doğru götürüyor. Bazen yapılan doğrulara  çok yazık oluyor. Oysa ben geride kalanları özlüyorum.Bir küçük plastik topun peşinden koşmayı, yara bere içinde ki zayıf ve kirli bacaklarımı,hayatın sadece oturduğumuz mahalleden ibaret olduğunu sandığım zamanları özlüyorum. Kimseyi aldatmadığım ve kimsenin de beni aldatmadığı zamanları..
Hayat büyüdükçe acımasız artık bacaklarım daha kalın ve yarasız ama daha derin yaralarım var yüreğimde ve büyüyünce geçmiyorlar. İçime gittikçe daha çok şey saplanıyor ve bunları çekip çıkarmaya bir tane cımbız yetmiyor.Dışarıda hava karardı.Odanın içinde ise kısmen direnen soluk renkli bir lamba var.Bense bir koltuk üzerinde ne kadar hareketsiz kalınır konulu anlamsız ve bir o kadar da sıkıcı bir çalışma içindeyim.İçimde ki duman birbiri ardına körüklenen dumanlardan mütevellit ve ben bun inat  gözlerimi de hiç açmıyorum. Göz yaşlarımı görmüyorum..
Kendine yalanlar söyle ve mutlu ol...

30 Nisan 2016 Cumartesi

SAKARYA'NIN LEZZETLERİ

SAKARYA'NIN LEZZETLERİ

    Sakarya yöresinde yaşayan halkın yiyecek kültürü; başta bu semtteki yaşam standartları ve ekonomik alanlarla yakından ilgilidir. İklimin ve yörenin coğrafi özelliklerinin etkisiyle yetişen ürünler çeşitlilik göstermekte ve yiyecek kültürü zenginleşmektedir.
    Yöresel Yemeklerimiz :
-Yoğurtlu Adapazarı Islaması
-Adapazarı Islama Köftesi
-Yoğurtlu Adapazarı Islama Köftesi
- Balkabaklı Gözleme (Geyve)
-Adapazarı Böreği
-Adapazarı Usulu Börek İçi
-Adapazarı Usulü Börek Hamuru
-Adapazarı Usulü Kuzu Budu
-Epışıps
-Dartı
-Biryan
-Keşkek
-Ezme Fasulye
-Kara Lahana
-Pazı Tavası
-Abhaz Peyniri
-Uhut
-Abhaz Peyniri
-KabakTatlısı
-Üre
Çizleme/Cızlama
Ben memleketim Karadeniz olup Trabzonlu'yum burada yaşıyoruz ben burada doğup büyüdüm ve Karadenizli olmamızdan olayı Sakarya'ya bağlı Akyazı ilçesinde Karadeniz yöresine ait;Kara lahana yemeği ve sarması,pazı kavurması, mıhlama,yağlaş,mısır ekmeği,lahanılı fırın ekmeği gibi yemekler de çokça yapılmaktadır.
Bu çeşit çeşit güzel lezzetlerin yanı sıra Adapazarı deyince ilk akla gelen yemek Adapazarı Islama köftesidir. Zannımca buraya gelen her insanın tatmadan gitmemesi gereken eşsiz bir lezzettir.

                                                                                                               AHSEN KARPUZ...


28 Nisan 2016 Perşembe

TÜM SÖZLERİN BİTTİĞİ YERDEYİM


                                            TÜM SÖZLERİN BİTTİĞİ YERDEYİM

     Minik bir göçmen kuşun çığlığında yakaladım sabahı.Ne gece ne sabahtı zaman,,Sonsuzluğun gri örtüsünü yırtmak üzereydi güneşin ilk ışıkları. Öylesine bir günü kucaklamak üzereyken aydınlık,evrenin sonsuzluğunda bir nokta gibiydim. Başı   mı pencereye çevirince,göz göze geldik  denizle ve denizin eşsiz mavisi ile.. Henüz uyanmamıştı martılar,gemiler,balıkçı tekneleri,kayıklar..
Her şey ,her yer uykudaydı.
Güneşin ilk ışıkları,karşı tepenin bağına saplandı birer birer. Homurtulu bir motor sesi duyuldu ana yoldan. Sabahın alacakaranlığında yitip gitti birazdan.Ansızın sokak ışıkları söndü.Sessizliğin içinde sessizce otururken buldum kendimi. Bugün yeni bir gündü,yarın bam aşka bir gün olacaktı diye geçirdim içimden. Her yeni doğan günün,yeni bir başlangıç olduğunu,asıl gizlerin yarınlarda gizlendiğini anımsattım,bir kez daha kendime..Gökyüzünün rengi,denizin mavisi,ağaçların yaprakları,kaldırımın soğuk taşları. Aceleci adımlar yürümüyordu sahilde. Güneş sonuda çekmişti perdelerini tüm pencerelerden.Ama ilk ışıklar silememişti camlardaki buğuyu,İçimde ki sıcaklığa rağmen üşüdüm sokağın ayazında.Yüreğimin derinliklerinde bir telin ince  ince ızısını duydum. Ve gezinirken düşüncelerimde,bir şairin dizelerine rastladım.
 ''Şehre inince keyfim kaçıyor, her yerde yüzüme çarpan bir tokat.
  Şimdi,tüm sözlerin bittiği yerdeyim ve düşünüyorum hala..''

                                                                                                     NEZİHE İNCE

HAYAT VE EDEBİYAT


                                                         HAYAT VE EDEBİYAT

      Hayatın en önemli gerçeği samimiliktir. Bu itibarla hayatla bağlantılı olan edebiyat ,samimi bir edebiyattır denilebilir.Hayatı en gizli,en karışık yönleriyle anlatmayan,duygulamızı tıpkı  hayatta olduğu gibi saf  ve derin bir şekilde  duyurmayan,elemlerimizi,felaketler,m,z, açık açık yansıtmayan bir edebiyat,hayat ve ilgisiz ve sahte bir edebiyattır.Öyle bir edebiyat,kelimeleri dizip onları işleyen pek hünerli kuyumcular çıkartabilir. Belki onlar çok süslü ,çok göz alıcı şeyler yapabilirler.Fakat ne yazık ki bütün sahte ürünler muntazam kış bahçelerinde yetişen iri yapraklı,parlak renkli çiçeklere benzer. Uzaklığından görünen o meçhul sıcak iklimlerin  bu göz kamaştırn ürünleri nasıl açık bir havya sert bir rüzgarı inleyen bir çam  ormanının karanlık hışırtıları  ne kadar tabii ise,ruhun güzelik karşısında duyduğu hislerde hayatın en derin anlaşılmaz köşelerinden birden bire  fırlayıp çıktığı için,her şeyden çok samimidir. İşte bunu gibi milletler için de ''güzel'' ve ''iyi'' telakkilrinden daha milli hiç bir şey yoktur. Bir toplumu başkalarından ayırmak isterseniz onun din ahlak hakkındaki ,güzellik hakkındaki  samimi duygularını arayınız. Çünkü bunlar doğrudan doğruya ruhundan koptuğu için hayatının en samimi taraflarıdır.

                                                                                                 MEHMET FUAT KÖPRÜLÜ

   Yazar bu denemesinde kısada olsa edebiyat ve haya arasındaki bağı, edebiyatın hayatımızla,yaşantımızla doğrudan doğruya ilişkili olduğunu çok güzel ve sade yalın bir üslupla dile getirmiş.



27 Nisan 2016 Çarşamba

HAYAT ÜÇ GÜNDÜR


                                                           HAYAT ÜÇ GÜNDÜR

       Bulut bulut bembeyaz bir rüyadır çocukluk. Sonraya sadece hatırlananlar kalır. Kenarı tırtıklı sararmış fotoğraflardır vesikaları.  Ve yakın akraba sohbetlerinde, ben çocukken... diye başlayan motifler..Büyüklerle beraber sahura kalkma heyecanı.. Ama bir türlü iftar gelmez. Karnı acıktıkça zaman kalır,geçmez olur.  Ardından bugün yarım oldu ama yarın tam tutacağı.. diye karar veriş.. Daracık tozlu yollar da hayatın  birinci günü bitiverir. Ben çocuk değilim büyüdüm havaları eser..
Gençlik pespembe.Bütün renkler pembenin tonlarıdır.Bıraktığı iz çocukluğa göre daha çok.Bir dolu heyecan.Vatan kurtarma fasılları.. İnsan çocukken gerçeklerden habersiz,gençken gerçeklerin seyircisi.. Ama ne seyircilik. Hep yüksek perdeden yorumlar. Ben olsaydım..diye başlayan, gerçeği yaşayanları küçük görmek ve tenkid. Dünyayı kurtarmaya kalkışan enerjiden böylesi sapmalar beklenmez mi ? Ya oruç ?  Sokaklarda oruç muhabbeti vardır. Ben 3 senedir tutuyorum veyahut  zaten iftara 2 saat var oyun oynarız geçer..Aslında vakit çoktan geçmiştir bu tartışmalarla ve sevinçli bir koşuşturmaca başlar evlere doğru...Anne ne yemek var ? diye sorulan sorular..
      Ya sonrası...
Sonrası ömrün üçüncü günü..Gençlikten sonrası yani..Olgunluk ve ihtiyarlık diye ayırmaya değmez. En güzel iki gün;çocukluk ve gençlik geçip gitmiş zaten.. Son fasıl ağır.. O gençken hafife alınan gerçek adeta bir tokat gibi vuruyor insanın yüzüne.Belli belirsiz bir kambur çıkıyor.Omuzlar hafif çöküyor. Hani insan elinde olmadan düşünerek konuşuyor. Eee rastgele konuşmaların faturası adam ediyor adamı..Bir zamanlar şimşekler çakan gözlerde alabildiğine derin ifadeler var..İnsan diline takılıveriyor.Sabah sekiz otuz ve akşam altıda otobüs durağının sakinlerinden oluyorsunuz.
        Ve ömür geçiyor..Hafta sonu tatilleri iki ders arasındaki kısa tenefüsler gibi...

MUHİBBİ


                                                                MUHİBBİ

       Asıl adı Süleyman olup,Osmanlı Devletinin onuncu hükümdarıdır.Babası Yavuz Sultan Selim'in yedi çocuğu içinde tek erkek evladıdır. Annesi Hafsa Sultan'dır. Yavuz'un Trabzon valiliği sırasında dünyaya geldi. İlk eğitimini Trabzon da gördükten sonra on beş yaşında önce Karahisar sancak beyi,amcası Ahmed'in itirazı üzerine de Bolu sancak beyi olarak atandı.
1509'da bir aralık Kefe'ye nakledildikten sonra İstanbul'da kaymakamlık vazifesiyle kaldı ve ardından 1513' te Saruhan sancak beyliğine getirildi.Babasının ölümü üzerine 26 yaşında bulunduğu h.17 Şevval 926/ m.30 Eylül 150 tarihinde tahta geçti.                     Belgrad,Rodos,Mohaç,Viyana,Alaman,İran,Nahcivan ve nihayet Zigetvar olmak üzere bizzat on üç sefere kumandanlık etti.
       Seferde ölen 4. Osmanlı padişahıdır. padişah şairin mahlası Muhibbi'dir. Muhibbi,2. Murad'la başlayan şair Osmanlı padişahlarının beşincisidir. Büyük dedesi Fatih,dedesi 2. Bayezid ve babası Yavuz gibi o da şiir sanatıyla yakından ilgilenmiş. Ve Osmanlı edebiyatının çoğu gazel olmak üzere 3000 civarında nazmıyla en hacimli divanlarından birini vermiştir. İlk devirlerinde yazdığı şiirler olması muhtemel bazı gazellerinde görülen aksaklıklara karşılık,eserlerinin önemli bir kısmı son derece ustaca söylenmiş şiirlerden oluşur. Muhibbi'nin devlet meselelerinin ağır yükü ve yorucu seferlerle geçen bir ömür içerisinde,eskilerin sürekli yazıp söyleye anlamında kulladığı pür-gu diye nitelendirdikleri türden bir şair olmasına karşılık,eserlerin de hiç bir zaman bu tipteki sanatkarların düştükleri özensizliğe düşmediği görülmektedir.

26 Nisan 2016 Salı

VASFİ

           
                                                              VASFİ
     Sultan 2. Bayezid devri şairlerindendir. Sehi Bey, onun siroz yani Serez'in Temür Hisar kasabasında doğduğunu bildirir. Aşık Çelebi, ise aynı yerde kadılıkta bulunduğunu kaydeder. Kaynakların bildirdiğine göre Mesihi ile yedikleri içtikleri ayrı gitmeyecek derece de çok yakın dost imişler. Sadrazam Hadım getirmiş. Latifi onun kadılığı sırasında bir sebeple hapse atıldığını ve hapiste iken bir gazel nazmettiğini bildirirse de başta Aşık Çelebi olmak üzere diğer tezkireler bundan hiç bahsetmezler. Divan'ında Sultan 2. Bayezid'e Tacizade Cafer Çelebi'ye ve Sadrazam Koca Mustafa Paşa'ya sunduğu kasidelerden.onun paşa ile de bir yakınlığının bulunduğu ve sürekli yardımını gördüğü anlaşılmaktadır. Tacizade'ye sunduğu kasidesinde Karaferye kadılığına atanmasını istediği anlaşılmaktadır.
    Latifi,onun  çok zayıf bünyeli biri olduğunu ve öldü ölecek derecede yaşadığını ifade ederek sonra da hakkında şöyle bir hikaye anlatır. Çok zayıf ve hastalıklı bünyesi olduğu için ikide bir hakkında öldüğü rivayeti çıkarılmış. Sehi Bey,onun zamanın diğer kadıları gibi dünya malına,altın ve akçeye bağlılığı bulunmayan,dindar biri olduğunu bildirir.Ona göre Vasfi,şiir için gerekli olan ilme sahip bir kişidir.Şiirleri tatlı ve renkli manalarla doludur. Latifi ise onun şiirlerinin Necati Bey'in şiirleri gibi çok yaygın olarak okunduğunu öne sürmektedir. Günümüze erişmeyen divanı Prof.Dr.Mehmed Çavuşoğlu tarafından şiir ve nazire mecmualarında ona ait eserlerin bir araya getirilmesi suretiyle yeniden vücuda getirilmiştir.

23 Nisan 2016 Cumartesi

HIZIR AS.- HZ.SÜLEYMAN


                                               HIZIR AS. - HZ.SÜLEYMAN

    Bu parça da Hz. Süleyman ve Hızır As.'ın mitolojik ve tarihi nitelikteki hikayelerinden birer parça bulunmaktadır.

    HIZIR AS. :
Efsaneye göre Hızır,arkadaşı İlyas ile birlikte İskender-i Zülkarneyn'in maiyetinde bulunmuş ve ona kılavuzluk ederek zulumat ülkesinde ab-ı hayatı aramaya çıkmışlar.Uzun maceralardan sonra Hızır ve İlyas bir pınar kenarında oturmuşlar ve yanlarında bulunan pişmiş balıkları yerken Hızır'ın elinden  bir damla su balığa damlamış. Balık o sırada canlanıp suya atlamış. Onlarda suyun ab-ı hayat olduğunu anlayıp kana kana o sudan içmişler. Sonra İskender'e haber vermişlerse de tekrar bu suyu bulamamışlar. İskender ab-ı hayattan mahrum kalmış. Böylece ölümsüzleşen Hızır ve İlyas Allah'ın emriyle dünyada sıkıntıya düşenlerin yardımına koşarlarmış.Kıyamete dek sürecek olan bu görevi Hızır denizde İlyas ise karada yaparmış. Her ikisi de senede bir gün buluşup kabeye giderlermiş. Onların buluştukları bu güne ise Hıdırellez denilmiştir.

   HZ. SÜLEYMAN :
Hz. Süleyman'ın üzerinde İsm-i Azam yazılı bir mühürlü yüzüğü varmış.Bu yüzü sayesinde bütün vahşi hayvanlar ve kuşlar ona boyun eğerlermiş.
Bu yüzüğü yalnızca abdesthaneye giderken çıkartır ve Asaf adlı vezirine ya da hanımına emanet edermiş.Yine bir gün bu yüzüğü hanımına emanet etmiş. Süleyman dışardayken bir cin onun kılığına girip yüzüğü hanımından almış.Biraz sonra gelip mührü isteyen Süleyman sahtekarlıkla suçlanmış  ve saraydan çıkmışlar. Yüzüğü alan dev ise yüzük Süleyman'ın eline geçmesin diye onu denize atmış.Günlerden bir gün Süleyman bir balıkçının tuttuğu balıkları taşımış.Balıkçı da onun hizmetine karşılık ona balık vermiş.Süleyman peygamber eve gidip yemek için balığın karnını yarınca kendi yüzüğünü görmüş. Allah'ın izniyle denize düşen yüzüğü bir balık tutup sahibine getirmiş.Halk arasında mühür kimdeyse Süleyman odur atasözü de işte buradan gelmektedir.

22 Nisan 2016 Cuma

HAMMER ve KAŞGARLI MAMHUD


                                                                HAMMER

Osmanlı Devleti tarihinin en önemli araştırmacılarındandır.Hammer Tarihi adıyla biline eseri pek çok dile çevrilmiştir.Bu eserde Osmanlı Devletinin kuruluşundan Küçük Kaynarca antlaşmasına kadar gelen Türk Tarihi kaleme alınmıştır.Bu eser 8 cilttir. Bu eserde yazarın Avusturyalı olmasından dolayı Avusturya'yla ilgili yorumlara yer yer ön yargılı değerlendirmeler yaptığı görülmektedir. Kutadgu Bilig 3 nüshadan oluşmaktadır. Bunlardan Herat nüshasını Viyana'ya götürmesiyle bilinir.Osmanlı Seyahatnamelerini Avrupa da ilk tanıtan tarihçi Hammer'dir.


                                                     KAŞGARLI MAHMUD

11.yy'da yaşadı.İlk Türkolog'tur. Kaşgarlı Mahmud hakkındaki elimizdeki bilgilerde Keşfü'z Zünun  adlı eserden edindiğimiz bilgilerdir. Barsgan doğumludur.Kendisine Kaşgarlı denmesinin sebebi eserlerini Hakiniye Türkçesiyle  yazması ve Kaşgar ilinin o dönemin en önemli kültür merkezi olmasından dolayıdır.Sözlüğünden önce yazdığı ve günümüze kadar gelen ulaşmayan eserinin adı Cevahirü'n Nahv Fi Lügati't Türk'tür.
Divan-Lügati't Türk: Türkçe'nin ilk bilinen sözlüğüdür. 1072-1077 yılları arasın yazıldı.Türk dünyasını adım adım dolaşmış,notlar almış,topladığı dil malzemesini bir araya getirerek Türkçe'nin ansiklopedik sözlüğünü yazdı.Eserin mukaddimesinde bu çalışmayı nasıl yaptığını anlatır.Eser Arapçadır.
Bu eserden yazarın orta asyayı iyi bildiği anlaşılmaktadır.Arap işaret sisteminde olmayan Türk diline ait bazı sesler onun tasarrufunda olan bazı işaretlerle gösterilmiştir.Uzun a 'yı için iki elifi yan yana kullanmıştır. Türkçe de uzun vokal deyince ilk bilgiler Divan-ı Lügati't Türk'te vardır.
İçerisinde ki metinler bize Karahanlı Devrinin şiir antolojisini verir.Eserde ilk  dünya haritası vardır.Haritanın merkezi Balasagum 'dur. Kaşgarlı Mahmud'a göre Türk şivelerinin en iyisi ve en kolayı Oğuz Türkçesi' dir. Ancak Türk şivelerinin en açığı ve en kolayı Oğuz Türkçesidir. Ancak Türk şivelerinin en açığı ve en zarifi Hakaniye Türkçesidir.Eserde fonetik örneklerde vardır.Bu eseri ilk  Kilisli Rıfat Bilge yayımladı.Eser hazırlanırken atasözleri ve deyimlerden yararlanılmıştır.O ilk toponomisttir.Eser üzerende ilmi çalışma yapan  kişi Besim Atalay'dır.

DİVAN EDEBİYATI


                                                        DİVAN EDEBİYATI

Divan edebiyatı,Türklerin İslamiyeti sonra meydana gelen yazılı bir edebiyattır. Arap ve Fars edebiyatı etkisinde gelişmiştir.Kaideci bir edebiyattır.İkileme edebiyatıdır. Bu edebiyata divan edebiyatı denmesinin sebebi:Şairlerin şiirlerini Divan denilen el yazması eserlerde toplamalarındandır. ,Divan edebiyatının kaynakları: Din,Tasavvuf,Tarih,İlim,Mitoloji,Sosyal hayat.
Divan edebiyatı ve mitoloji ilişkisi : Mitoloji,hayali bir anlatım içinde hayali olayların,hayali unsurların,olağanüstü varlıkların ve yarı tanrı kahramanların;ilk çağlara ve arkeik bir zaman dilimine dayanarak öykülü bir anlatım içerisinde anlatılmasıdır.
Divan edebiyatının da mitoloji gibi hayal dünyası geniştir. Mitolojik unsurlar divan edebiyatında benzetmelere konu olurlar. Bu durum ise divan şiirini zenginleştirir.
Divan Edebiyatı ve Tarih ilişkisi: Hiç bir edebiyatçı tarihi nesnel olarak ele almaz. Öznel olarak ele alır ve işler. Tarihi şahsiyetler,tarihi olaylar, tarihi eserler vh düşürme olarak ele alır,onu süsler ve sanatlandırır.
Tasavvuf ve Divan edebiyatı arasındaki ilişki :
Terminoloji : Tasavvuf büyüklerini ele alır. Örneğin:Hallacı Mansur,Mevlana,Yunus Emre gibi..
Menkıbeler: Kıssasü'l Enbiya ve Tezkiretü'l Evliya.
Tarikatler: Bazı tarikatlerin uygulama biçimleri Divan edebiyatında  benzetme unsuru olarak geçer.
Tasavvufta Allah vardır.Divan edebiyatındaili makamındadır. Allah'a giden yol aşk yoludur.Bunlara ancak tarikatle ulaşılır.
 Divan edebiyatında tarihi şahsiyetler: Melikşah,Karun,Şeddad,Hatem,Kamber,Kahraman,Cemşid,İskender ve Dara,Rüstem,Eflatun ve Aristo,İbn-i Sina,Hülagü,Fağfür,İsfandiyar,İskender,Hızır as.,İskender,Lokman Hekim,Cercis.

21 Nisan 2016 Perşembe

ARAMAK


                                                                 ARAMAK

          Ömür boyu aramak...Yalnız seni aramak.Paslı teneke kutularda,küf kokan dolaplarda,çerçeveler de,tenhalarda,sonra vapurlarda,trenlerde hep seni aramak.Belki bu şehirde değilsin.Ne çıkar? Seni arıyorum ya.Belki de aynı sokakta evlerimiz,sabahları beni görüyorsun işime giderken.Sonra akşamı bekliyorsun,alaca karanlığı...Beni bekliyorsun ya da bir başkasını,bir başkasını.
Hiç gel demeyeceğim sana. Aramak neredeyse ben oradayım.Ayaklarım ne güne duruyor?Yok yok birden karşıma çıkma.Kaç saklan seni aramak istiyorum.
Git bu şehirden haydi git.Dağlara çık o uzak dağlara.Rüzgarların krallığında hüküm sür.Baktın ki oraya da geldim yine kaç.Başını al,açıl denizlere.Gemilerin en güzeli,en büyüğü,dilediğin limana götürmeli seni.Dilediğin yerde demir atmalı.Ben küçük balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter.Seni arıyorum ya.!
Bir yıl beş yıl on yıl değil;Beşikten mezara kadar aramalı insan.Ama ne aradığını bilmeli.Yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından.Okyanus dalgaları üstünden bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli, Yalın ayak koşmalı yollarda,ayaklarını sivri taşlar kesip kanatmalı. Çöllerden geçmeli yolu,yanmalı,kavrulmalı.Sonra gözün alabildiğine ak,soğuk ülkelere düşmeli.Buzlar kırılmalı ayaklarını altında,üstüne kar yağmalı.
Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni.Ayaklarını Afrika'dan getirip bir kağıt üzerine yapıştırmalıyım. Saçların Sibirya'da olmalı,dudakların Çin de.Gözlerin hindistan'dabir mabudun gözleri olmalı,ellerin İtalya da bir heykelin elleri.Bulsam da seni parça parça bulmalıyım.
Yine bir yerin eksik kalmalı.
Yeniden yollara düşmeliyim,onu aramalıyım.
Ve tam seni tamamladığım an da ölmeliyim.

                                                                                        ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

20 Nisan 2016 Çarşamba

BULUŞMAK ÜZERE



                                                     BULUŞMAK ÜZERE

Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
 Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenden denize gireyim dedin
Kulaç açtıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orada sen de oradasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

                                     
                                                                                         CAN  YÜCEL

16 Nisan 2016 Cumartesi

BEN EYLÜL SEN HAZİRAN


                                                 BEN EYLÜL SEN HAZİRAN
 
 Bir eylüldü başlayan içimde
 Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar

Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim,sevilmişliğim
O hey heyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklarda ne
Ne bu ardımdaki kül yığını;elli yaşım

Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı,yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde

Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor,of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık

Ölme diyorsan gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı,tenim ol,beni bırakma
Baksana;parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel,tut ellerimi,benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu,benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara


                                                                              ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

12 Nisan 2016 Salı

14. ve 15 yy. ŞAİRLERİ



                                                      14. ve 15. yy ŞAİRLERİ
   
  KADI BURHANEDDİN :
14. yy şairidir. Şiirlerinde mecazi aşk vardır.Tabiat,bahar mevsimi.aşk konularını işler. Tuyuğlarıyla  ünlüdür. Cinas ve Tekrir sanatlarını sıkça kullanmıştır. Şiirlerin Azeri Türkçesi özelliği görülmektedir. Eski Anadolu Türkçesi özellikleri de sıkça geçmektedir. Örneğin; bol-,ol-. uş:işte.
Aruzun Failatün/Failatün/Failün kalıbıyla şiirlerini yazmıştır. Şiirlerinde kahramanlık ve yiğitlik konularını sıkça işlemektedir.
SEYYİD NESİMİ :
Hurufi Türk şairidir. İlahi aşkı işlemiştir.Fazlullah'tan ve Hurufilikten etkilenmiştir.Fazlullah'tan önce mahlası Hüseyni iken Fazlullah'tan sonra mahlası Nesimi olmuştur. Hurufiliği yaymaya çalışmıştır. Nesimi'ye göre; İnsan yüzü, Allah'ın tecelli ettiği yerdir ve Allah'ın bütün güzellikleri insan yüzüne yansımıştır. Nesimi'nin Türkçe divanı vardır. Bu divan ikiye ayrılır. Bir Fazl' dan önce,iki Fazl'dan sonra. Hurufilik : Hurufiliğe göre insan yüzünde 7 tüy vardır toplam da 28 tüy vardır. Hurufiliğin en önemli kitabı Cavidanname'yi Fazlullah  32 harfli Fars alfabesiyle yazmıştır.
AHMEDİ :
Mecazi aşk şairidir. Tabiat,aşk,şarap konularını işlemiştir.Eski Anadolu Türkçesi özellikleri görülmektedir eserlerinde. Tabiat unsurlarını,sevgilinin güzellik unsurlarıyla benzeştirmiştir. Bu dönem de ki ve kim bağlacı sıkça kullanılmıştır. İmale'yi çok kullanmıştır.
ŞEYHİ :
Hem mecazi aşk hem de ilahi aşk şairidir. İlahi aşka ancak mecazi aşkla ulaşılabileceğini söyler.Onun şiirlerinde :Dünyaya önem vermemek,aldanmamak.iyi insan olmak ve aşkı her şeyin merkezine koymak temel esastır.Eserlerin de Eat özellikleri vardır.
AHMED PAŞA :
Mecazi aşk şairidir. Eat özelliği vardır. Kerem ve Güneş kasidesini yazmıştır. Ali Şir Nevayi ve Şeyhi'den etkilenmiştir. Hayal dünyası çok geniştir.Şiirlerinde daha önce eşi benzeri bulunmayan hayalleri işlemiştir. Edebiyatımızda ilk tarih düşürerek şiir yazma geleneğini Ahmed Paşa başlatmıştır.
NECATİ BEĞ :
Mecazi ak şairidir.Tabiat unsurlarını, sevgilin güzellik unsurlarıyla karşılaştırır. Hüsn-i Talil ve İrsali Mesel sanatlarını sıkça kullanmıştır. Şiirlerinde halkın kullandığı kelimeleri,atasözlerini,deyimleri ve ikilemeleri sıkça kullanmıştır. Şair imaleyi daha çok hece sonlarındaki a,i ve o seslerinde kullanmıştır. Eserlerin de İstanbul Türkçesini kullanmıştır.
HOCA DEHHANİ :
La-dini şiiri başlatan kişidir.Yani din dışı şiirler yazmıştır. Aşk ,şarap,doğa,bahar konularını işlemiştir.

10 Nisan 2016 Pazar

ÖZLEMEK


                                                              ÖZLEMEK

       Öyle çok özledim ki şimdiden..Kalbimde ki o özlem diye tabir edilen his uçsuuuz bucaksız.. Bu kadar koyar mı insana bir insanı 10 ay boyunca göremeyecek olmak..? Hele ki bu insan senin için sıradan biri değil gayet aklı başında sevdiğin,alıştığın,bir gün dahi sesini duyamadan yapamadığın duramadığın..Her gün hatta her saat başı sesini duyduğun insanın sesini artık iki günde bir belkide hafta da bir duyacak olmak..Gerçekten bu his acı veriyordu. Evet farkındayım henüz daha yolun en başındaydım..Ve şu an ki durumda elimden sadece o içimdeki enn değerli insan için bolca dua etmek sabretmek  ve iyi düşünmekten başka hiç bir şey gelmiyordu ve gelemezdi de..Gerçekten şu an şu satırları yazarken içimdeki özlem hissi hayli artmış safhada..Hemen hemen her gece kendimce iyi veya kötü bir şeyler karaladığım,yazdığım şu satırlarda onu anlatmanın hevesiyle bir yandan da her gece onunla konuşurken şimdiyse onu bi başıma buraya yazıyorum..Ama olsun onunla konuşamıyorsam bende onu bir yerlerde anlatırım,anarım çareler tükenmez..Ama gerçekten onsuzluk zordu..Hala alışamamıştım.
     Özlüyorum..
İşte bundan tam bir sene önce..Yeni tanışmıştık o an yeni ve hiç tanımadığın daha önce bir kez dahi görmemiş olduğum bir insanı tanımanın heyecanı ve bir o kadar da hiç tanımıyor olmanın vermiş olduğu bir ürkeklikle konuşuyordum onunla..Ve geçen şu bir sene içerisinde Ahsen, o adama bağlanmış aşık olmuş hayli alışmış alışkanlığım olmuştu..Kalbimde her ne kadar gün geçtikçe ona karşı hissettiklerim artsada  ondan beni sevmediğini aklının kalbinin hala benden önceki kız arkadaşında kaldığını bile duymuştum o an hissettiğim acıyı ve hayal kırıklığı öyle acı vermişti ki nasıl anlatırsam anlatayım kelimeler az kalırdı.. Ama şimdiyse o günlere sadece gülüp geçiyorum zaman gerçekten her şeyin ilacıymış.Şimdiyse gözlerime baktığında gözlerinin ışıldayışını görebiliyordum,benı gerçekten sevdiğini hissediyordum..Bende onu en az onun beni sevdiği kadar seviyorum şu an.Bir sofra da ekmek ve su ne kadar gerekliyse o adamda artık benim için benim hayatımda okadar gerekli bir alışkanlık ve bağımlılık olmuştu.. Her geçen gün kalbimde ona karşı hissettiğim duygular kat be kat artmıştı. Şimdiyse dolu dolu tam 1 senenin sonunda ondan ayrı kalmıştım kader şimdilik bizi ayırdı.. Amaaa şu var ki Allah'ın izniyle mesafeler aşka engel değil..İnşaAllah bundan tam bir sene sonra da beraber mutlu bir çift olup bu günleri anacağız...
    Ve ben inanıyorum ki özledikçe  birbirimize olan bağlılığımız daha da artacak daha da kuvvetlenecek..Onu göremiyor olmak sevgiye engel değil..
   Rabbim' den tek dileğim sağ salim gelsin..Şu an her ne kadar şu satırları yazarken ağlasam da inanıyorum ki Allah'ın izniyle bu günlerde geçecek.Sabrın sonu selamettir..İnanıyorum ki bir gün bu günleri atlatıp beraber mutlu olacağız..Sonunda kavuşmak varsa ben iki yıla da razıyım..Seni çok seviyorum..ve daha şimdiden Seni çok ama çok özledim...

8 Nisan 2016 Cuma

UYGURLAR VE UYGUR TÜRKÇESİ


                                           UYGURLAR VE UYGUR TÜKÇESİ

   Uygurlar, dünya üzerinde ilk kitap basan topluluktur.
   Uygurlar, dünya üzerinde kağıdın arka tarafını kullanan ilk topluluktur.
   Uygurlar,dünya üzerinde ilk pasaport kullanan topluluktur.
        Maniheist eserlerde şiire TAKŞUT, ŞLOK ve KÜG denir. Aprınçur Tigin ilk Türk şairidir.İlk şiir ise Aprınçur Tigin'in yazdığı İlahi ve Sevgili adlı eseridir. Maniheizm de mısra başı kafiye vardır.
Maniheist Eserler : - Irk Bitig
                               - Huastuanift
                               - İki Yıltız Nom
Irk Bitig : Fal kitabıdır. Göktürk harfleriyle Uygurca yazılmıştır. Eserin asıl önemli tarafı dili
üslubudur .Eserde bolca hüküm cümleleri vardır.
Huastuanift : Tövbe duası kitabıdır.
İki Yıltız Nom : Felsefi bir kitaptır. Budist Eserler : Budizm eserlerinde şiire ; Takşut, Şlok, Koşug ve Padag adı verilmektedir.Mısra başı kafiyesi vardır.
Budist Şairler : - Pratyaya-Şiri
                         - Singku Seli Tutung
                         - Ki-Ki
Budist Esereler 3'e ayrılır. 1- Sudurlar
                                           2-Çatikler
                                           3-Diğer Eserler
 1- Sudurlar : Vaaz kitaplarıdır.İçinde yer yer Çatik örnekleri vardır.
     Sudur örnekleri :
 Altun Yaruk : Budizm felsefesini esas alır.
Sekiz Yükmek : Dini bir eserdir.
Kuanşi İm Pusar : Bir Burkan adayının insanlara yardım etmesini anlatır.
İnsadi Sudur : İçinde Çatik örneği olan Sundari Kız vardır.Bu eser rahiplerin birbirlerinin günahlarını anlatmasını konu alır.
2- Çatikler : Buda'nın hayatını anlatır.Olağanüstü masallar ve olaylarıyla menkıbelere benzerler. Çatikler yer yer Sudurların içinde yer alır. Çatik örnekleri :
       -Prens Kalyanamkara ve Papamkara : . İyi düşünceli şehdezade ile kötü düşünceli şehzade. Biri iyi diğeri kötü şehzadelerin Buda olmasını anlatır.Karşılıklı konuşmaların olmasıyla akıcı bir çatik örneğidir.
      -Aç Pars Hikayesi : Altun Yaruk içinde yer alır.Açlıktan ölmek üzere olan bir pars ile onun kurtulması için kendini feda eden bir Budanın kendini feda etmesini anlatır.
   - Maytrisimit : Tiyatro eseridir. Körünç, görülecek şey anlamına da gelir.

W.THOMSEN - RADLOFF



                                                              W.THOMSEN

             Danimarkalı Türkologtur.
Çalışmaları:
             Germen Dillerinin Fin-Lap Dilleri Üzerine Etkisi teziyle doktorasını tamamlamıştır. Etrüks Dillerinin Kafkas Dilleriyle  ilişkisini araştırmıştır.Karşılaştırmalı diller profesörüdür. 1893 yılında Thomsen,Orhun yazıtlarını çözmüş,okumuştur.O bu işe usta olarak başlamıştır. O bu yazıtları okumadan önce bir çok dil biliyordu.Bu yazıtları okumasıyla hem Asya hem de göçebe imparatorlukların toplum yapısını aydınlatmıştır. Thomsen,yazıtlara önce bu dilin kaç işaretten oluştuğunu bularak daha sonra da yazının yönünü bularak başlamıştır. Yazının dış şeklini tamamladıktan sonra Türk dilinin hece yapısını incelemiş .Ve görmüştür ki Türkçe de ilk hece de iki ünsüz yan yana gelmez.yani ünlü-ünsüz,ünsüz-ünlü şeklinde olur.Ve yine Türkçede ünsüz sesler,ünlülerin önlük artlık  uyumuna göre fonksiyonları değişir.
           Türkiye de Orhun Yazıtlarını ilk tanıtan kişi Necip Asım'dır. Necip Asım ''Pek Eski Türk Yazıtları''adlı kitapçığında bu yazıyı tanıtmıştır. Daha sonra tarihçi Hüseyin Namık Orkun Eski Türk Yazıtları adlı eserinde Orhun Yazıtlarını işlemiş.Hüseyin Nihal Atsız Tonyukuk ve Kültigin yazıtlarının bugüki Türkçe'ye çevrilmiş hallerini vermiş. A.Von Gabain ise Eski Türkçenin Gramerini çalışmış. Muharrem Ergin ve Talat Tekin deeser üzerin de çalışmış. Cemal Ayyılmaz da Orhun Yazıtlarının söz dizimsel incelemesini yapmıştır.


                                                            RADLOFF

        Alman Türkolog'tur.
Türkoloji alanında ki en önemli çalışması Türk Lehçelerinin Karşılaştırması Sözlüğü adlı denemesidir. Bu eseri Budagov'un Türk-Tatar Lehçelerinin Karşılaştırması Sözlüğünden faydalanmıştır.Karşılaştırmalı diller profesörüdür.
İlk çalışması Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğüdür.
Kodex Cumanicus'la ilgili de çalışmalar yapmıştır.
Orhun Yazıtlarını Almanca'ya çevirmiştir.
Uygurlarla ilgili çalışmalar yapmıştır.

6 Nisan 2016 Çarşamba

TÜRKOLOJİ ÇALIŞMALARINA BİRKAÇ ÖRNEK


                                                             STRAHLENBERG

         İsveçli Türkologdur.
Poltova savaşında Rusya'ya esir düşmüştür ve Sibirya' ya sürülmüştür.Orada Messerchidt'in yardımcısı olmuştur.Yenisey ırmağının kenarında Yenisey yazıtlarının 3.'sü olan Uybat yazıtını bulmuş ve okumuştur. Bulduğu yazıtları 1730 yılında yayımlamıştır. Strahlenberg'in eserinin  en önemli yanı eserin sonunda bir liste olmasıdır. O listede 60 kelime vardır ve bu kelimeler diğer diller Türk lehçe ve şiveleriyle,Moğol, Mançu-Tunguz dillerinde ki karşılıklarını vermiştir.Yaptığı çalışmalarıyla adeta küçük bir Altay Dilleri Müjdecisi gibidir.En derli toplu çalışmayı Osman Nedim Tuna yapmıştır. Bugün Upsala üniversitesinde Türkoloji kürsüsü bu alana halen katkı da bulunmaktadır.


                                                               HAMMER

      Avusturyalı'dır. Osmanlı devleti tarihinin önemli araştırmacılarındandır. Hammer Tarihi adlı eseri vardır ve bu eser pek çok dile çevrilmiştir. Bu eserde Osmanlı devletinin kuruluşundan Küçük Kaynarca antlaşmasına kadar gelen Türk Tarihi anlatılmaktadır. Eser 8 cilttir. Bu esrede yazarın Avusturyalı olmasından dolayı yer yer Avusturya'yla ilgili yorumların fazla olduğu ve yer yer ön yargılı değerlendirmeler yaptığı görülmektedir. Kutadgu Bilig'in 3 nüshası vardır. Bunlardan Herat nüshasını Viyana'ya götürmesiyle bilinir.
Osmanlı Seyahatnamelerini Avrupa'ya ilk tanıtan Hammer'dir.

                                                                 VAMBERY
 
    Macaristan Türkoloji'sinin kurucusudur.İlk Etimoloji Sözlüğünü yazmıştır.Bu sözlüğü  diğerlerinden daha önemli kılan,o dönemde Orhun yazıtlarının bulunmamış bulunsa da okunmamış olmasıdır. Abuşka- Çağatay Lugatını yazmıştır. Bu eser etimoloji sözlüklerine örnek olmuştur.


                                                         

5 Nisan 2016 Salı

TÜRKOLOJİ


                                                           TÜRKOLOJİ

         Türkoloji: Dar anlamıyla bütün lehçe ve şiveleriyle Türk diliyle uğraşan bilim dalının adıdır. Şimdi size türkologlardan bir kaçını ve türkolojiye olan katkılarını anlatacağım.
Vambery : Türk dilinin ilk etimoloji sözlüğünü yazmıştır. biz de ise ilk etimoloji sözlüğünü yazan kişi Hasan Eren' dir.  Divan'ı Lügati't Türk 1 cilttir. Fakat bunun üzerinde araştırma yapan Besim Atalay bu eseri 4 cilt halinde yayımlamıştır. 1893 yılında Wilhelm Thomsen Orhun yazıtlarını okudu.Orhun yazıtlarını okuduğunda hem asya hem de göçebe imparatorlukların toplum yapısını aydınlatmış oldu.
Yine Thomsen Germen dillerinin Fin-Lap dilleri üzerindeki etkisi teziyle doktorasını tamamladı. Thomsen Orhun yazıtlarını okuduğunda bu işe usta olarak başladı ve bir çok dil biliyordu.
Bang ise karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Yöntemini kurdu. Radloff ise yaşayan Türk topluluklarının dil malzemesini toplayıp derledi ve bunları sözlük ve metinler halinde yayımladı. Türkoloji'nin temellerini işte bu üç isim atmıştır. Bang; karşılaştırmalı Türk lehçeleri yöntemini kurarken Thomsen; Orhun yazıtlarını çözdü,okudu ve Radloff ise yaşayan Türk topluluklarının dil malzemesini toplayıp onları sözlük ve metinler halinde Türk dünyasına sundu. Fakat bunlar bu araştırmaları yaparken Kaşgarlı Mahmud, onlardan 900 yıl önce bütün bu araştırmaları yapmış ve tek bir kitapta Divan-ı Lügati't Türk adlı eserinde yayınlamıştır. Dolayısıyla ilk Türkolog Kaşgarlı Mahmud'dur. Kaşgarlı Mahmud'un temellerini attığı Türkoloji 19.yy'ın son çeyreğinde müstakil bir bilim dalı haline geldi. 14. yy da ise Türkoloji çalışmaları avrupa da artış gösterdi. İlk Türkoloji kürsüsü Paris'te kuruldu. İlk doğu bilimleri kongresinin adı ise Uluslararası Oryantalizm Kongresi'dir. Türkoloji alanında yapılan çalışmalar 2'ye ayrılır. 1.'si Türklerin yaptığı çalışmalar, 2.'si yabancı Türkologların yaptığı çalışmalar olmak üzere ikiye ayrılır. İlk Türkçe gramer kitabını yazan kişi Pierre Ferroguto'dur.

3 Nisan 2016 Pazar

CAFER ÇELEBİ


                                                        CAFER ÇELEBİ
   
         15.yy da yaşamış Türk Şairidir. 1515 yılında vefat etmiştir. Amasyalıdır. Babasının adı Taci'dir. O yüzden kaynaklarda Tacizade Cafer Çelebi olarak geçer. 2.Bayezıd zamanında devlet işlerinde görev alır. Eğitimini Bursa medresesinde almış. İlerlemiş daha sonra asistan olmuştur. Daha sonra çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Edirne de bulunmuş.Orada müderrislik yapmış.Kadılık yaptı. En son Mahmut Paşa Medresesinde müderrislik yaptı. İyi bir hattat şairidir. Onu hat yazmada ki mahareti padişah tarafından fark edildi padişah onu nişancı yaptı.2. Bayezıd döneminde. 2. Bayezıd'ın vefatından sonra yerine 1.Selim geçmiş ve taht kavgaları olmuştur. 1513 nda 1. Selim onu nişancı yapmıştır. 1.Selim, İran daha sonrada Mısır'la uğraşmış.1515 yılında Turnadağ Savaşı Dulkadiroğlu beyliğiyle oldu. Yeniçerilerle savaşa gidildi. Fakat İstanbul da kalan yeniçeriler ayaklanma çıkardı. 1. Selim gelip bu isyanı bastırdı ve daha sonra da bu isyanı kimim çıkartığını araştırdı ve buldu. Ve bu isyanın altından çıkan isim Dukakin zade Ahmed bey'i bulmuş ona sormuş daha  da araştırmış isyanın altında ki kişiyi o da Cafer Paşa ' nın ismini vermiş. Daha sonr a da Dukakinzade Ahmed Bey'i  idam etmiş. Ve Cafer Paşa'nın yanına ğitmi ve ona sormuş: Birisi Osmanlı'ya zarar verecek bir şey yapsaydı ona ne ceza verirdin ? diye sormuş. Cafer Paşa da onu idam ederdim cevabını verince  Cafer Paşa her ne kadar o suçu kendisinin işlemediğini söylese de onu idam etmiştir. Daha sonraları her ne kadar Cafer Paşa'nın suçsuz olduğu ortaya çıksa da bir kere iş işten geçmiştir. Artık ne faide..
      EDEBİ KİŞİLİĞİ
- Mecazi aşk şairidir.
-Ahmed Paşa ve Necati Bey çizgisini takip eder.
-Şiirlerinde Cafer mahlasını kullanır
-Hevesname Mesnevisinde kendi başından geçen bir aşk hikayesini anlatarak Mesnevi Edebiyetı' nda yeni bir tarz başlatmıştır.

2 Nisan 2016 Cumartesi

UYGUR TÜRKÇESİ HAKKINDA BİLGİ


                                          UYGURLAR HAKKINDA BİLGİ
     Uygurların, mani ve budizm dinine girerek,Çinlilere karışarak yumuşak adam haline gelmeleri,savaşçı özelliklerini kaybetmeleri düşüncesi yanlıştır.  Yerleşik hayata geçen ilk topluluk oldukları yanlıştır. İlk yerleşik hayata geçen Hunlular ve Göktürklerdir. Uygur Türkçesinin Köktürkçeden sonra geldiği yanlıştır. Köktürkler ve Uygurlar aynı dönemde yaşamışlardır. Bunların her ikisi de Eski Türkçe dönemindedir.
   Sadece ağızları farklıdır. Uygurlar dünya üzerinde ilk defa kitap basan toluluktur. Basım işini yapan ilk topluluktur. Dünya da ilk defa kağıdın arka yüzünü kullanan ilk topluluktur. Dünya üzerinde pasaportu kullanan ilk topluluktur. Kutadgu Bilig 1074 de yazıldı.Uygurlar tarafından 1100 de yazılmıştır. 3 nüshası ardır. Diğer ise Uygur harfli olan Viyana nüshasıdır. Satırlar altı Kur'an Tercümesi kitabı 900 lü yıllarda  Türkler tarafından özenli bir şekilde yazılmıştır. Eserde kelimenin altında Türkçe tercümesi vardır, sözlük gibidir. O dönemde Kur'an-ı Kerim'e verilen değer bu kitapta açık bir şekilde ortadadır.
   Eski Türkçe dönemi içinde ve Uygur Devletinin kurulmasıyla ürün vermeye başlayan yazı diline genellikle Uygur Türkçesi denir. Bu dönem Orta asya Türkçesinde İslamiyetin dışında kalan Türklerin kurdukları dil ürünlerini kapsar.

31 Mart 2016 Perşembe

STRAHLENBERG

           
                                                        STRAHLENBERG

       İsveç asıllı olup Rusya ve İsveç arasında vuku bulan Poltava savaşında  Rusya'ya esir düşmüş olup Türkoloji tarihinin önemli şahsiyetlerinden biridir. Esaretinde Sibirya'ya sürülmüş. Orda yaşayan toplulukların dillerini öğrenmek üzere çalışmalara başlamıştır.
Bitki bilimci Messerchimidt' in yanında görevlendirilmiş, çalışmaları esnasında Yenisey Irmağının yanında Yenisey yazıtlarının 3. sü olan Uybat yazıtını bulmuştur. Bu kişiliğini yeni yazıtları takip eder. Bulduğu yazıtları tanıtan dünya tarihinde meşhur eserini 1730 yılında yayımlar. Onun bu keşfi sayesinde dünya türkolojisinin istikameti yön değiştirir.
      Radloff, Thomsen gibi Türkolojinin başka alanlarıyla ilgilenen bilim adamları bütün dikkatleri yazıtlara çevirirler. Stahlenberg, eserinin önemli bölümlerinden biri de eserin sonunda yer alan listedir. Bu liste de yazar 60 kelimenin karşılaştırmasını yapmıştır. Bu kelimelerin Türk lehçe ve şivelerindeki ve daha sonra da Moğol,Mançu ve Thungus dillerinde ki karşılıklarını vermiştir. Yaptığı çalışmalarıyla  adeta küçük bir Altay dilleri teorisinin müjdecisi gibidir.
 En derli toplu çalışmayı anlatan Osman Nedim TUNA'dır. Bu eserde kendisinde sonra bile 200 yıl boyunca kökeni hakkında tartışmalar olan Yakutça ve Çuvaşça' yı Türk dili grubu içerisinde değerlendirmesi de bu tasnif, Türkoloji tarihinde bir önem arz eder. Strahlenberg' ten sonra da İsveç'te Türkoloji çalışmaları devam eder. Burada İsveçlilerle Türkler arasında ki ilişkilerin çok eski tarihlere dayanması da etkindir. Bugün Upsala Üniversitesinde Türkoloji kürsüsü gerek eğitim-öğretimiyle gerekse de öğretim üyelerinin ilmi çalışmalarıyla bu alana katkıda bulunmaktadır.

30 Mart 2016 Çarşamba

VAMBERY



                                                        VAMBERY  

             Macaristan Türkolojisinin kurucusu olarak bilinir. Budhapeste Üniversitesin de Türk dilinin eğitimi işini üstlenmiş, bu üniversitedeki Türkoloji kürsüsünde  ilk görev alan Türkoloji profesörü olma ünvanını kazanmıştır. Türk dilinin farklı konuların da yazmış olduğu ve Türkoloji tarihinin ilkeleri arasında yer alan pek çok eserle tanınır. Çağatay sözlüklerinden birisi olan Abuşka Lugatını  ilk defa yaza Vambery, Türkçe'ye çeviren ise Besim Atalay'dır.
           Kutadgu Bilig ile ilgili ilk çalışma ona aittir.Türk dilinin etimolojisi alanında yazdığı köken bilgisi sözlüğü ise Türkçe'nin ilk etimolojik sözlüğü olarak Türkoloji tarihinde yerini alır.
Çağatay lugatınının ilk maddesinin ilk kelimesidir abuşka. Bu sözlük  bilimsel olmaktan çok tarihi bir değer taşımaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki bu eserini yazdığında Türk dilinin temel taşı olan çoğu eser bulunamamış Orhun yazıtlarının dili henüz çözülememiş, Türk şive ve lehçelerinin müstakil veya karşılaştırmalı sözlüklerini umumiyetle yayınlamamıştır. Yani kullanabileceği kaynak hayli azdı
          Bu yazım da yabancı Türkologlar arasında önemli bir yere sahip olan Vambery'yi onun eserlerini, yapmış olduğu önemli çalışmalara kısa bir şekilde değinmek istedim....

29 Mart 2016 Salı

ÖZLER OLDUM


                                      ÖZLER OLDUM
       
          Öyle bir şey ki vurdum duymaz insanın biri oldum
          Gençlikte gözler kör olur diyenlere inanıp aldırış etmezken
         Hayata her şey toz pembeymiş gibi bakan insanlara garip gözlerle bakarken,
         Şimdi  o insanlardan biri oldum.
         Hani eski ben...
         Çok değil bir kaç yıl öncesine kadar ki hallerimden eser kalmadı.
         Kendimi özler oldum...
         Cahillik mi derler çocukluk mu derler bilmem ne bela;
         Hayatın gerçeklerine kör oldum.
         Sanki çocukluktan olgunluğa erip şimdiyse tekrar cahilliğin etkisinde biri oldun.
         Tuhaf değil mi...Eski günlerimi, eski beni özler oldum..
         Olgun hallerimi, aklı başında tavırlarımı özler oldum.
         Alın şu cahilliğimi ben olgunluğumu arar oldum..
         Alın şu cahilliklerimi.!
         Ben eski beni, çocukluğumu, huylarımı özler oldum.
         Gün geçtikçe zaman ilerledikçe insan değişirmiş
         Bunun da farkına varmış oldum.
         Özledim...Özledim..Eski beni özledim...


                                                                                   AHSEN KARPUZ...


         Gecenin bir vakti başımı yastığıma koymuş düşünürken eski Ahsen'i ve şimdi ki Ahsen'i  karşılaştırıp düşünmeye başladım.Düşündüm ve farkına vardım ki ne kadar da değişmişim zaman zaman zaman gerçekten insanı büyük bir değişime süren esrarengiz bir değişim süreci imiş.. Düşündüm  kendi kendime yaş ilerledikçe örneğin  daha geçen yıl çok doğru bir şey veyahutta çok güzelmiş deyip etkisinde kaldığımız şeyler veya bir kaç yıl önce çok üzüldüğümüz bir olay bir süre sonra çok değil bir yıl sonra aaa ben buna mı üzülmüşüm, bunun neyini bu kadar beğenmişim ki ben diyor insan..
         Bense gecenin bir yarısı kendimi değerlendirmek istedim ve baktım ki çok fark oluşmuş eski benle aramda ama bunu sadece kötü yünde söylemiyorum tabii ki de iyi yönler de var ama   benim asıl konum bir kaç yıl önceki Ahsen' le aram da bayağı fark oluşmuş. Bende kendimle olan sorgularımı o gece kaleme almıştım Şimdiyse bu blog köşesiyle paylaşmak istedim..Kısacası zaman ve karşımıza çıkan insanlar biz insanoğlunu gerçekten çok değiştiriyor. Hiç durmaksızın devam eden  bu değişim süresince asıl konu doğru zaman da doğru şeyler yapmaya çalışmak ve doğru insanlarla karşılaşabilmek asıl mesele..Rabbim' in hepimizin karşısına doğru zamanda doğru insanlar çıkarması dileğiyle..



28 Mart 2016 Pazartesi

YAŞAMI ERTELEMEYİN

           
                                                  YAŞAMI   ERTELEMEYİN                

         Ben en özel en güzel eşyalarımı kendim için, hiç bekletmeden kullanırım. Siz de öyle yapın. Çünkü yarın hayat da olmayabiliriz. Ya da sevdiğinizi söyleyeceğiniz kimse olmayabilir. Hani gardırobunuzda  küflenen o en sevdiğiniz elbiseniz var ya, o çok özel gün için beklettiğiniz, giymelere kıyamadığınız o alımlı tuvalet, o cakalı takım, o göz alıcı kazak... Bugün giyin onu!.. Beklediğiniz o güzel gün hiç gelmeyebilir çünkü...
        Değerli misafirleriniz için sakladığınız çay takımlarınızı çıkartın dolaptan; en yakınlarınızla için çayınızı; kimseniz yoksa kendiniz çıkarın hoş bir takımdan çay yudumlayın doyumsuz keyfini...
 Haydi,açın,nicedir kapalı duran misafir odanızın kapısını. Yıpranır diye korktuğunuz koltuklara serilin gönlünüzce. Çalın, çalmak için önemli!bir konuk beklediğiniz eski plakları bu gece...
Çimlerle buluşmak için düzgün havayı, kırda öpüşmek için doğru sevdayı beklemeyin.Hep ertelediğiniz pikniğin günü bugün.. '' Haftaya giderim '' dediklerinizi ziyarete gidin acilen. Haftaya orada olamayabilirler. Babanızın elini öpeceksiniz, oğlunuzu lunaparka götürecekseniz,aşkınızı ilan edeceksiniz;.. Şimdi yapın!
       Ve ne olur söylemek için özel bir an beklediğiniz o sihirli sözcükleri hemen söyleyin sevdiğinize. Söylemeye niyetlendiğinizde çok geç olabilir. Daha kaç bahar olacak ki hayatınızda ? Yaşamı ertelemeyin, beklediğiniz '' o gün '' işte ''bugün ''
                                                                         
                                                                                             CAN DÜNDAR...

         Öncelikle gerçekten büsbütün hayat ve gerçekliklerle dolu bir yazıydı. Yazar bir şeylere hayallerini kurduğumuz tüm güzelliklere, aman bugün değil yarın yaparım yarın yaparım diye ertelediğimiz tüm güzellikleri aslında değil bir gün bir saat dahi ertelediğimizde o hayalini kurduğumuz şey çok basit bir şey olsa dahi onu asla yapamayacağımızı vurgulamış. hep sonra  yaparım deyip de geç kaldığımız her şeyin daha büyük acılar yaşatacağını anlatmış.Hayat ; kimin ne zaman ne olacağı bir dünyada istediklerine, heveslerine ve hayallerine geç kalma. Şimdiye kadar her gün yarın yaparım zamanı gelince yaparım diye düşündüğümüz ve düşündüğümüz şeylerin zamanı çoktan gelmiş, geçiyordur belkide. Hadi bir yerlerden  yaşamaya başla yarın çok geç olabilir...

24 Mart 2016 Perşembe

HAYALLERİME '' KISA BİR NOT ''...


                               
                                             HAYALLERİME KISA BİR NOT
       
              İnsan bazen gerçekten hayattan bunalıyor,hayat üzerine üzerine geliyor ve sanki seni karanlık, çıkmaz bir sokağa doğru itiyor. Kaçmak istiyorsun o an, o bulunduğun yerden hızlıca hiç arkana bile bakmadan kaçıp kimsenin seni tanımadığı sessiz sakin insana huzur veren yeşillik bir ortamda sıcak muhabbetli insanlarla beraber  o kaçtığın hayattaki tüm derdi kederi bir köşeye atıp, tatlı dilli insanların muhabbetine bırakmak istiyorsun kendini. İşte o an, o ana kadar yaşadığın hiç bir şeyi hatırlamak istemiyorsun.O kimsesizlik arasında belki anne babam ve kardeşlerim olabilir önceki hayatımdan bana ait olan ama onun dışında kimse olmasın istiyorsun...
            Şimdiyse bu hayallere bu hayattan yakınışlara nereden geldik diyeceksiniz aslında bunlara sebep olan bi çok şey var ve şu an işin garip tarafı şu satırları yazarken bile kendime kızıyor olmam şu bir kesin ki benim şu halime kendi dertlerinin yanında kahkaha atacak insanlar var ama ben biliyorum ki çok alıngan ufacık bir şeyi saatlerce kafasına takan her gece o yastığa kafasını koyduğunda mutlaka düşünecek bir şeyleri olan bir kız çocuğu olmam bütün bunlara sebep...
       Yoruldum...                                                                                                                                        Öncelikle gelecekte inşallah çocuğum olduğunda benim yaşadıklarımı Allah'ın izniyle ona yaşatmayacağım. Hele ki okumanın önem verildiği şu zaman da onu okutacağım fakat nereye giderse gitsin ben de onun peşinden gideceğim. Başkalarının evinde kalmasına isterse en yakın akrabam olsun,kardeşim olsun kimsenin evinde okurken kalmasına izin vermeyeceğim Yıllarca başkasının evinde kalıp her şeye boyun bükmek zorunda kalan biri olarak  çocuğumu başkalarının evinde kapısında bırakmayacağım. Okuyacaksam kızım veya oğlum olsun   onu Allahın izniyle ailesinde anne babasından kesinlikle ayırmayacağım Ona mutlu bir hayat ve anne baba sevgisinden ayrı kalmadan yaşayacağı huzur dolu bir hayat ama daha çok çocuğun en çok aileye her anlamda ister güven ister manevi destek olsun onu bir başına bırakmayacağım. Ama buradan şu da sakın anlaşılmasın ANNEM, BABAM ve KARDEŞLERİM benim bir tanem   hayat şartları izin vermediği için ben bunları yaşadım eğer RABBİM  izin verirse bunları çocuklarıma yaşatmayacağım. Ve şu da bir gerçek ki '' Ben çektim bari çocuklarım çekmesin '' diyen  ve bunun için uğraşan bir çok anne baba var bense onların içinde genç yaşta yaşayarak bunun farkına varanlardan sadece birisiyim.. Rabbim nasip ederse yıllar sonra ki AHSEN'e kurduğu hayali ve verdiği sözü yerine getirmesi dileğiyle.
                                                                         
                                                                                      AHSEN  KARPUZ...                                                                                                                                                                                                                                          

23 Mart 2016 Çarşamba

İKİ YARIMI TOPLAYINCA BİR ETMİYOR...

           
                                    İKİ YARIMI TOPLAYINCA BİR ETMİYOR..                                                          
      Asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti.
      Asıl eksiklik,çareyi başkasında aramaktı. Hayatın matematiği farklı ; iki yarımı toplayınca bir etmiyor. İnsan tek başına mutsuzsa başka biriyle de mutlu olamıyor.
      Önce yalnızdık.
      9 ay boyunca karanlık bir yerde dışarı çıkmayı bekledik ve dünyaya ağlayarak geldik.
      Pişman gibiydik. Ya da mecburen gelmiş gibi.      
      Biraz büyüdükten sonra, kendimizi bildiğimiz anda, içimizi kemiren, kalbimizi kurcalayan o tuhaf duyguyu hissettik : Bir yerde bir eksik var dedik.
      Korktuk.  
     '' Bunun sebebi ne ? '' diye sorduk kendimize. Cevabı yapıştırdık ;
      Demek ki sahip olmadığımız bir şeyler var.
      O yüzden eksiklik hissediyoruz. Peki, neye sahip olmamız gerekiyor ?
      Çocukken  ''yaşımız küçük'' diye düşündük. Her istediğimizi yapamıyoruz.
      Kurallar, yasaklar var. Büyüyünce her şey yoluna girecek.
      Büyüdükçe bir şey değişmedi.
      Yine huzursuzduk. İçimizden bir ses aynı sözcükleri fısıldıyordu :
      Bir eksik var. Kafamız karıştı. Nasıl kurtulacağız bu iğrenç duygudan ?
      Nasıl gerçek bu ?
      Aklımıza yeni cevaplar geldi : Okulu bitirince geçecek. İşte girince geçecek. Para kazanınca geçecek. Tatile gidince geçecek. Okulu bitirdik, diploma aldık.
      Daha çok çalıştık.Daha çok para kazandık. Çalıştık, çalıştık.
      Geçmedi '' Bir yerde bir eksik var '' hissi,hala orada duruyordu.
      Bu sefer de ''Sevgilimiz olunca geçecek''dedik. Yalnızlığımız sona erince bu illetten kurtulacağız.
      Beklemeye başladık.
      Derken, biri çıktı karşımıza aşık olduk. Ve anında başka biri olduk.
      Daha güçlü, daha güzel, daha akıllı biri. Hesap cüzdanları,hatta ilaçlar bile böyle hissetmemizi sağlamıştı.
      Sevgilimizin gözlerinde,daha önce bize verilmemiş kadar büyük sevgi ve hayranlık gördük.
      Sevgilimizin gözlerinde Tanrı'yı gördük.
      Sonra bir gün, daha dün bize deli gibi aşık olan insan çekip gidiverdi.
      Ya da artık eskisi gibi sevmediğini söyledi. Ya da başka birine aşık olduğunu söyledi.
      Telefonu açmamasından, elimizi tutmamasından, sevişmemesine bahane bulmamasından,zorunda kalmamak için biz uyuduktan sonra yatağa gelmesinden anladık bir terslik olduğunu.
      Belki de sevmekten vazgeçen veya terk eden sevgilimiz değildi,bizdik.
      Fark etmez. Sonuçta aşk aşk bitti.
      Birilerini sevdik,birileri bizi sevsin diye uğraştık ama kendimizi sevmedik.
      Şaşıracak bir şey yok, tabii ki sevmedik.
      Kendimizi sevsek bu kadar koşturur muyduk ? Canımız yanmasın diye duvarların ardına saklanır mıydık ?
      Asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti.
      Asıl eksiklik,çareyi başkasında aramaktı.
      Hayatın matematiği farklı; iki yarımı toplayınca bir etmiyor.
     Herkes beni sevsin diye uğraşınca kimse gerçekten sevmiyor,herkes sevgisine şart koyuyor,sınır koyuyor.
      Oysa kendime duyduğum sevgi bana yeter diye düşününce,kendimizi olduğumuz gibi kabullenince yarım tamamlanıyor.
     Acı diniyor.

      CAN DÜNDAR...


      İnsanın hissettiklerini, düşüncelerini içten sade cana yakın adeta okuyucuyla konuşurcasına bir üslupla yazar kaleme almış.Yazarın da söylediği gibi hayatımızda bir şeylerin eksik gitmesinden dolayı mutsuz olduğumuzu dile getirmiş. Aslın da insan kedini sevse ortada hiç bir sorun olmayacağını kişinin kendine değer verdiğinde tüm sorunların ortadan kalkacağını söyleyen şair bunu güzel bir şekilde dile getirmiş.













22 Mart 2016 Salı

ÖZLEMEK

                                                            ÖZLEMEK

         Özlemek dostluktan değil, papatya, özlemek aşktandır. Neden özler bir insan ve niçin savaşır sözcüklerle neden her seferinde daha iyisini, hiç görülmemiş hiç duyulmamışını, benzersizini yazma hissi duyar her defasında.Uzaklıklar hep içime oturuyor benim.Özlüyorum papatya, ellerini saçlarını, gözlerini hele de konuşmasını, bir daha özlüyorum. İnsanı nasıl da tutukluyor bir bilsen, elini, bilincini, gözlerini, dilini nasıl da bağlıyor insanın  ah bir anlatabilsem. Söyleyemediklerimi ve anlatamadıklarımı sürekli düşünüp de, hiç dışa vuramadıklarımı bazen  sadece boş ve anlamsız ama bir o kadar da heyecan veren bir bakışla yetindiklerimi düşünüyorum şimdi..        
     
       Henüz yazmadım onu hiç papatya, bir kaç defa kafamda bir şeyler toplayıp yazmaya kalkışsam da her seferinde onu düşünerek kafamda kurduğum cümlelerin yetersizliğiyle vazgeçtim oysa öyle benzersiz düşünüyordum ki o hisleri anlatırken kelimelerin yetersiz kalacağını ve sanki yazıya dökülse o içimde hazine sandığı gibi kilitli duran bir çift gözün verdiği o hissi anlatmaya kalksam içimde ki o eşsiz gözlerin büyüsü bozulacakmış korkusuyla vazgeçtim, yazamadım.. İşte bunlar papatya, insanı özleme veyahut da yalnızlığa çeken, özlediğini anlatan ya da fark ettiren şeyler. İnsan neyi özler papatya, yaşadıklarını mı yaşamak istediklerini mi yoksa hiç yaşayamayacığını bildiği halde kurduğu hayalleri mi ? Özlemi belirleyen tutkular mıdır yoksa; tutku varsa özlem de vardır desem ne dersin buna ? Peki ya uzak düştüğümüzde, uzak olanı yakınlaştırmak onu içinde sımsıkı sarmak mesafelere kafa tutarak bir çift göze hasret kalıp onu mesafelere inat kalbinde taşımak özleme dahil değil midir ?                                                                                                                                                      
                            ''Özlemek : Özlenenin içimizde ki yerinin anlaşılmasıdır.''                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    
                                                                                                       AHSEN KARPUZ..                                      

20 Mart 2016 Pazar

İÇ DÖKÜNTÜSÜ Doğal gaz faturasının üstündeki Maliye Bakanlığı logosunu sana benzettiğim de delirdiğimi anladım. Ve biraz içim rahatladı. Artık kimse bir şey yapamazdı bana,kimse üzemez ,kimse zarar veremezdi.Kanunun ve tanrının verdiği yeni yetkiye dayanarak bağıra bağıra sevebilirdim artık seni.Çünkü deliler ve çocuklar her ne halt ederlerse etsinler bir şekilde bağışlanırlardı. Ve ben artık çocukluk trenini çoktan kaçırdım diye hayıflanmayacaktım... Ben kurtulmuştum, ' Gerisini onlar düşünsün...' diye mırıldanarak dolaptan bir Ice Tea Mango aldım. Akıllı zamanlarımda Ice Tea Şeftali içerdim ama arık delirdiğim için doğal olarak saçma sapan şeyler yapmam gerekirdi.Dolapta ki en saçma içecek de ıce tea şeftaliydi. Bir elimde içecek kutusu,diğerinde doğalgaz faturası on dakika kadar odada dolaştım ve içimden en sevdiğim Ferdi Tayfur şarkısı yarışması yaptım. Birinciliği Allah'ım Sen Bilirsin aldı. Çünkü ben de artık Ferdi Baba gibi her şeyi ona havale etmiştim...ALİ LİDAR